‘Kayserili Pazarlığı' ile AB'ye gireceğini sanmak
Kayserili pazarlığı lafı hoş değil, bir kere genelleme ve ayrımcılık içeriyor. Davutoğlu AB ile görüşmeler sonrası dönüş yolunda gazetecilere “Biz ilk 3 milyarı, bir yıl içinde demiştik. Onlar da iki yıl için ısrar ediyordu.’Yeni bir boyut getirdik, bütün masraflar artacak, 3 milyar daha istiyoruz’ dedim. ‘Geri kabulden kaynaklanan bütün masrafları da siz vereceksiniz’ dedim. Diyelim, Ege Denizi’nden bin kişi bunların havayolu ile memleketlerine gönderilmesi sırasındaki masraflar da size ait. Kayserili pazarlığı iyi oldu” demişti. Kayserili olsam hele de böyle ‘kirli bir mülteci pazarlığı’ ile anılmak istemezdim. Yazı işlerinde olsam bu sözün hiçbir eleştiri getirilmeden manşete çıkarılmasına da itiraz ederdim. Dinleyen olur muydu? Sanmam.
Gazetelerimiz 7 Mart’taki görüşmeleri ve sonrasını büyük bir umut ve iştahla verdi. Akşam gazetesi mesela “Oyunu biz değiştirdik” gururunu yaşıyordu. Milliyet 8 Mart’ta, Karar 9 Mart’ta haziranda vizesiz Avrupa hayallerini manşete taşımıştı. 18 Mart’ta zirveden anlaşma çıktığında ise gazetelerin çoğunda “Tarihi Gün”, “Anlaşma Tamam” başlıkları vardı. Anlaşmanın neleri kapsadığı, Türkiye vatandaşlarına müjdelenen vizesiz seyahat için yapılması gerekenler (72 kriter) pek önemsiz görüldü. Başta Cengiz Aktar olmak üzere birkaç yazar bunun mümkün olmadığını ‘AB ile fasıllar yeniden açılıyor, üyelik süreci ilerliyor’ diyenlerin kendilerini ve daha önemlisi toplumu kandırdıklarını ifade ettiler. Ne fasıllar açılıyordu ne de hükümetin fasılların açılması için gereken adımları atma niyeti vardı. Bu esnada Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ve diğer parlamenterlerin Türkiye’deki ifade ve basın özgürlüğü sorunları gibi demokratikleşmede geriye gidişin sorun yaratacağına dikkat çeken açıklamalarına itibar edilmedi. “En özgür basın bizde” ile başlayan hamasi nutuklar Can Dündar ve Erdem Gül’ün duruşmasını izlemeye gelen diplomatlara “Sen kimsin ya!”ya kadar uzandı.
Bu arada AB de mültecilerin gelişini engellemek için benzer bir taktik izleyip örneğin ekimde yayımlayacağı İlerleme Raporu’nu seçim sonrasına bıraktı. Perşembe günü oylanan ve kabul edilen AP Raporu’nda bu da eleştirilmiş. Raporun içeriği Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu’ndan çok farklı değil, zaten o rapor dikkate alınarak hazırlanıyor. Ancak Türkiye’de özellikle basın ve ifade özgürlüğünde hızla gerilediği için arada yaşananlar da örneğin Can Dündar ve Erdem Gül’ün gazetecilik nedeniyle yargılandığı tespiti ve adil bir yargılama talebi eklenmiş. Komisyonun İlerleme Raporu’nda daha genel bir ifadeyle yer almıştı, Koza İpek Grubu ve Feza Grubuna el konması ile imc TV’nin uydudan çıkarılması açıkça eleştirilmiş. İnternet Kanunu’na getirilen değişikliklerle internetin ve sosyal medyanın baskı altında tutulduğuna dikkat çekilmiş. Öldürülen Suriyeli gazeteciler de dahil olmak üzere, gazetecilere karşı saldırıların, hedef göstermelerin son bulması talep edilmiş. Ve yine İlerleme Raporu’ndan daha kuvvetli biçimde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın basına yönelik baskılarına son vermesi talep edilmiş, Anayasa Mahkemesine yönelik ifadeleri kınanmış.
BOZKIR MÜLTECİLER ÜZERİNDEN PAZARLIK BAKANI MI?
Aynı gün Avrupa Konseyi bağımsız İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in Türkiye gözlemlerini okuduk (çevirisini Efe Kerem Sözeri jiyan.us’ta yayımladı). Muiznieks “Bu suça ortak olmayacağız!” bildirisini imzalayan Barış için Akademisyenler’in ve hak ihlallerine ilişkin raporlar yayımlayan sivil toplum kuruluşlarına uygulanan baskının çok rahatsız edici olduğunu vurguluyor. Medya kuruluşlarına el konulmasının ve basın özgürlüğüne yönelik ihlallerin çok tehlikeli gelişmeler olduğunu söylüyor. Ayrıca TCK 299 yani ‘cumhurbaşkanına hakaret’ gerekçesiyle 1845 kişi hakkında ceza yargılamasının olmasının kendisini ne kadar şaşırttığını şu şekilde anlatıyor: “Devlet başkanına hakaretin ayrı bir suç olarak tanımlandığı ülkeler dahil olmak üzere, Avrupa Konseyine üye 46 ülkenin hiçbirinde bu derece kötüye kullanılan bir yasal düzenleme ile karşılaşmadım. ”Muiznieks gözlemlerini bir rapor halinde yayımlayacak önümüzdeki günlerde. Bilindiği üzere Türkiye Avrupa Konseyinin üyesi. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin düşünce özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin ihlali nedeniyle başvuruda rekorlar kırdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Konseye bağlı. Eğer gerçekten Avrupa Birliği’ne girmeyi düşünüyorsak ileride açılacak 23 No’lu Yargı ve Temel Haklar faslında bilin bakalım karşımıza hangi karneler konacak?
AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır perşembe günü kabul edilen AP Raporu’na ilişkin “Eğer AB vize serbestisini vermezse biz bu geri kabul anlaşmasını feshedebiliriz. Bu bir pazarlık. Vize olmazsa geri kabul de olmaz” dedi. Bozkır bulunduğu mevkiin amacını unutmuş görünüyor. İnsana “Siz nereye aday olduğunuzun farkında değil misiniz?” diye sorarlar. Oysa Cumhurbaşkanının Can Dündar ve Erdem Gül’ün AYM kararının ardından tahliye edilmesinden sonra söylediği “Bundan sonra isterlerse AİHM’ye gidebilirler. AİHM eğer Anayasa Mahkemesinin verdiği istikamette bir karar verirse, o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de itirazlarını yapar veya o tazminatı öder” sözüne itiraz etmesi, AB’ye girme hedefi varsa işlerin öyle yürümediğini hatırlatması gerekirdi. Değilse bakanlığın adını “Mülteciler Üzerinden Avrupa ile Pazarlık Bakanlığı” olarak değiştirmek daha mantıklı olur.
AP Raporu cuma günü gazetelerde pek kendine yer bulamadı bulanlar da sadece Bozkır’ın raporda soykırım sözü geçtiği için raporu iade ettiklerini söylediğini duyurdu. Okuyucu sormaz mı hani ne oldu “AB ile ilişkilerdeki yeni ivme”, “vize serbestisi” diye? Gazeteciler bunu bilmiyor mu? Bilmiyorsa vahim ama sanmıyorum. Asıl yapılan yerinden yurdundan edilen insanlar üzerinden yürütülen kirli pazarlığın pazarlayıcısı olmak, o gazetecilik açısından çok daha vahim.
Evrensel'i Takip Et