Mükemmeliyetçi insanın icadı: sınav, ölçme ve değerlendirme
Fotoğraf: Envato
Son yazımda bireysel ve kültürel farklılıklara saygı duyulan bir toplumun koşullarından birinin sınavsız ve notsuz bir eğitim sistemi olduğunu belirtmiştim. Hatta böyle bir sistemin adalet duygusunu da güçlendireceği iddiasında bulunmuştum.
İçine doğduğumuz ve içinde yetiştiğimiz sınavlı ve notlu bir sistemden daha farklısını düşünmenin zor olduğunu kabul ediyorum. Benim önerim başka bir ölçme değerlendirmenin mümkün olduğu ihtimalini göz önünde bulundurma cesaretini göstermeniz; mevcut sistemin, kapitalist üretim biçiminin dayattığı iş bölümü, maliyet kaygısı, planlama zorunluluğu, insan kaynağının (Bu da ne demekse?) verimli değerlendirilmesi gerektiği masalının bir ürünü olduğunun farkına varmaya çalışmanız ve böyle bir sistemde bilginin boyun eğilmesi gereken bir otoriter güç anlamı taşıdığının üzerinde derinlemesine düşünmenizdir.
Öğretmenler bir düşünsün, 5-6 kişilik, haydi bilemediniz en fazla 10 kişilik sınıflarda belirli bir konuyu işlemenin ölçme ve değerlendirmeyi nasıl bir boyuta taşıyabileceğini. Böylesi küçük sınıflarda temas üst düzeyde gerçekleşir. Öğretmen her öğrencisiyle birebir ilgilenme fırsatı bulur ve böylece öğrencilerini daha yakından tanır. Temasın üst düzeyde gerçekleştiği durumlarda öğrenme sürecinin kontrolü hem öğretmenin hem de öğrencinin elinde olur ve bu sayede yaşanan birliktelik sürecin sahiplenilmesini, benimsenilmesini sağlar ve yabancılaşma en alt düzeyde gerçekleşir. Böylesi küçük sınıflarda insan öğrencisine bir not vermeye bile utanır. Zaten her birey her şeyin farkında olur. Ölçme ve değerlendirme dediğimiz süreç de öğrencinin öz yönetimine bırakılmış olur. Öz yönetim kavramı da takdir edersiniz ki, bugünün politikacılarının diline pelesenk ettiği ama zerre kadar anlamadığı demokrasi kavramıyla da sıkı sıkıya bağlantı içinde. Eğitim öğretim sürecinin bu şekilde yürütülmesi sorumluluk bilincinin geliştiği bireylerden oluşan ve demokrasinin özümsendiği bir yaşamı inşa etmeye katkıda bulunur.
Ama diyeceksiniz ki, 5-6 kişilik sınıfları nereden bulacağız? Kapitalist üretim biçiminin maliyet dayatması, kapital sahiplerinin, eğitim kurumu sahiplerinin iktidar hırsı; işsizlikten, açlıktan, yoksulluk, yoksunluk ve “muhtaçlık (Ben uydurdum bu kelimeyi) halinden” beslenen işçi-işveren ve tüccar-müşteri ilişkileri, 5-6 kişilik sınıfları mümkün kılmıyor. Çocukların daha fazla yararına olmasına rağmen… Zaten neyi çocukların yararına yapıyoruz ki?
İlle de bir not vermek gerekir, üst öğretim kurumlarına girerken neyi dikkate alacağız diyenleri de duyar gibiyim? Başka türlü bir yaşamdan söz ediyorum ben. O yüzden bunu düşünenler şimdiden direnç göstermeyi bırakıp zihinlerindeki engelleri aşmaya çalışsınlar ve bu fikri benimsedilerse alternatifleri düşünme cesaretini göstersinler. Üst öğretim kurumlarına girerken niye elemeye tabi tutalım ki gençleri? Herkesin üst öğretim kurumlarına gitme hakkı olmalı. Üstelik isteyen istediği üst öğret(n)im kurumuna gider veya istediği öğrenme grubunu oluşturup bir uzman eğiticinin rehberliğinde öğrenmek istediği şeyi istediği mekanda öğrenir. Hatta yükseköğretim kurumları için bile bu geçerli. Daha da fazlası, isteyen kendisi için uygun gördüğü dersi veya öğrenme modülünü (Birbiriyle ilişkili çeşitli öğrenme konularını içeren etkinlikler) istediği yükseköğretim kurumunda alır. Üst öğren(t)im kurumuna gitmeyi sınıfsal mesele haline getirmeye gerek yok. Dolayısıyla üst ve alt öğre(n)tim kurumu kavramına da gerek yok. Her bireyin gelişim hızı ve şekli farklı olduğuna göre sınırları keskin bir şekilde çizilmiş öğre(n)tim kurumlarına da gerek yok.
“Benim görmem ve karşılaştırabilmem gerekir öğrencilerin durumunu. O yüzden sınav yapıp not vermem gerekir” diyenleri de duyar gibiyim. Bunun zaten aşılması gereken ve otoriter kişilik yapılanmasına özgü bir şey olduğunu söylersem darılmasınlar. Bırakın insanlar öğrenme süreci içinde kendileri görsünler kendilerinin durumunu, gelişimini. Niye ille de onları bir otorite olarak siz değerlendirip karşılaştırasınız ki? Sizin otoriteniz onların öğrenmeyi hedeflediği şey hakkında daha fazla bilgi ve deneyim sahibi olmanızla sınırlı olmalı. Bırakın bireylerin önünde cehennem zebanisi gibi dikilmeyi ve öğrenme sürecini cehenneme dönüştürmeyi. Sırf sınav yaptığınız için bile bireyler bir şeyleri yarım bildikleri hissine kapılıyor ve hiçbir şeyi tam olarak öğrenemeyeceklerini sanıyor olabilirler. Ayrıca hiçbir şeyin tam ve mükemmel bir şekilde öğrenilmesi gerekmiyor. İnsan kusurlu bir varlıktır. Dolayısıyla mükemmel insan kusurlu insandır. İnsanlara kendi kusurlarını söyleyecek yegane kişi de, emin olun ki öğretmen değildir. Bir öğrenme sürecinin amacı da insanın kendi kendini değerlendirebilmesini, eksiklerinin farkına kendisinin varmasını ve buna göre kendi hedeflerini belirlemesini sağlamak olmalıdır ayrıca. Velhasıl kelam gelin vazgeçelim bu sınav, ölçme ve değerlendirme işinden. Yabancılaşmayalım birbirimize ve kendimize.
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13