Çürüme ve asalaklık
Bugünkü kapitalist emperyalist sistemi şu sıralar iki kelime ile tanımlamak gerekseydi herhalde bu iki kelime çürüme ve asalaklık olurdu. Ama bu iki nitelemenin birbiriyle çok yakın bir ilişkisinin olduğunu, asalaklığın çürümeyi beslediğini ve büyüttüğünü de görmek gerekir. Asalaklığın verileri bir süre önce ortaya döküldü. Hani şu dünyanın en zengin 80 kişisinin gelirinin 2 trilyon dolar arttığını, en fakir 3.6 milyar insanın gelirinin 1 trilyon dolar düştüğünü ve diğer çarpıcı verileri ortaya koyan -OXFAM Raporu- araştırmaların gösterdiği gibi. Bu asalaklık eğiliminin kesintisiz sürdüğünü de belirtmek gerekiyor.
Çürümeyi ortaya koyan son gelişme ise Panama Belgeleri oldu. Denizaşırı hesaplar, vergi kaçırma, kara para aklama ve diğer kaçırılan servetler. Bunlara uluslararası tekellerin işlerini yürütmek için çeşitli ülkelerde ödedikleri rüşvetleri -son örneği Novartis oldu-, çeşitli kılıflar altında verdikleri hediyeleri vb. eklemek gerekiyor.Ama bu kadar da değil, tek tek ülkelerde hükümetlerin ve yetkililerin çeşitli vesilelerle aldıkları rüşvetleri de -ayakkabı kutularını hatırlayın- bunlara eklemek gerekiyor. Sonuç istifa eden bakanlar, hakkında soruşturma açılan devlet başkanları vb. Bunlar buzdağının sadece suyun üstünde görünen kısmını oluşturuyor.
Bütün bunlar arada bir istisnai durumlar olsa da tek bir ana kaynağa bağlanmaktadır. Bu kaynak tekelci kapitalist sistemdir. Dev tekeller dünya ekonomisini yönetmekte, azami kârı elde etmek için her türlü yol ve yönteme başvurmaktadırlar. Bunları sadece üretim tekelleri olarak düşünmemek gerekiyor. Sözü edilen asıl olarak üretime de yön veren, onu kontrol eden genel olarak görünen yüzü bankalar olan mali sermayedir. Çürüme ve asalaklığın ana kaynağı da işte tam da burasıdır. Bu dediğimizin daha anlaşılır olması için 2016’da en zengin yüzde 1’in dünya küresel servetinden alacağı payın yüzde 99 alacağı paya eşit olacağını hatırlatmamız gerekiyor.
Normal olarak düşünülür ki, elde biriken trilyonlarca doların üretime yatırılması, kapitalist üretimi genişliğine ve yaygınlığına şaha kaldırması gerekir. Ama böyle olmuyor ve olamaz da. Çünkü kapitalizm babasının hayrına metalar üretmez. Kapitalistler metaları artı-değer üretimini, yani sömürüyü gerçekleştirmek için üretirler ve tam da bu nedenle kapitalizm asıl olarak artı-değer üretimidir. Sonuçta bu ilişki yatırılan sermayeye göre belirli bir kâr oranı olarak kapitalistin cebine girer. Bütün bu sistemin temel ilişkisi ise işçinin sermayeye ücretli köleliğidir. Sistem bu temel ilişki üzerinde yükselmektedir. Kapitalistin artı-değer ve kâr güdüsü aynı zamanda şu anlama gelir; sermaye diğer alanlardan elde ettiği kârı zahmetsiz bir şekilde gerçekleştirdiği ölçüde üretime ilgi duyar. Asalaklığın artması üretimi de vurur ve gençliğini çok geride bırakmış, orta yaşı geçmiş ihtiyarlığını yaşamakta olan ve mali sermayede doruğuna ulaşmış bulunan kapitalist sistem, yani kapitalist üretim ilişkileri böylece kendi üretim sisteminin önünde engel haline gelir. Yoksulluk ve sefalet yaygınlaşırken küçük bir zümrenin elinde aşırı zenginlik birikir. Bu kapitalist sistemin iflası ve çürümesinin ve çözümsüzlüğünün doruğudur.
Ama bu insanlığın kaderi değildir. 1 Mayıs’a giden günlerdeyiz. Yani önümüz 1 Mayıs. İşçi sınıfı kapitalizmin özel ve başlıca ürünüdür. İşçi sınıfı kapitalizmin ücretli kölesi olan bir sınıftır. İşçilerin kurtuluşu ücretli köleliğe son vermekten, kapitalist sistemi yıkmaktan geçmektedir.Bu yaklaşım tarihsel olarak doğru olmakla birlikte buraya erişmek için siyasal koşullarında uygun olması gerekiyor. Günümüzde uluslararası işçi sınıfının mücadelesinin bu gelişmişlik düzeyinde olmadığı biliniyor. Tek tek ülkelerin işçi sınıfları pek çok şeyi yeni baştan öğrenmek ve mücadelesinde kullanmak durumunda. 1 Mayıs’lar işçilerin ortak çıkarlara sahip uluslararası bir sınıf olduklarının bilincini edinmeleri için onlara olanaklar sunuyor. Kapitalist sistem insanlığı asalaklığın ve çürümenin egemen olduğu, savaşların, açlığın yoksulluğun ve ulusal baskının yaygınlaştığı bir dünyaya doğru sürüklüyor. İşçi sınıfı sömürülen ve ezilen milyarlarca insanın kurtuluş umudunun temsilcisi ve onların mücadelesinin omurgası olabilir. Elbette daha yürünecek zorlu bir yol var ama başka bir kurtuluş yolu da bulunmuyor.
Evrensel'i Takip Et