Çobanıyla dertleşti Odisseus
Denizler ve anakaralar tanrısı Poseydon; Troya savaşları sonrası ülkesine dönmekte olan kral Odisseus’un bütün gemilerini, saldığı azgın fırtınalarla batırdı ve onu, savaş nedir bilmeyen Fayak halkının o güzel adasına, çırılçıplak savurup attı!
Fayak halkı ve yöneticileri de;perişan Odisseus’u birkaç gün dile gelmez bir konukseverlikle ağırladılar. Sonra da bir barış gemisiyle; yirmi yıldan fazla ayrı kaldığı ülkesine, sağsalim ulaştırdılar...
Ülkesini zar zor tanıyabilen Odisseus’un hemen yanına geldi tanrıça Atena. İnsan kılığındaki tanrıça; çok sevdiği Odisseus’a, kendisi savaştayken ülkesinde olup bitenleri kısaca anlattı. Sarayını kene gibi saran birtakım soylular; hem kendinin hem de halkın varını yoğunu yiyip içmeye başlamışlardı. Üstelik sözde dul alan karısı Penelopeya’yla evlenebilmek için damat adayı olarak sıraya girmişlerdi! Bebekken bırakıp gittiği oğlu yeni yetme Telemahos da; onun sağ olup olmadığını öğrenmek için, Troya’dan dönen kral Menelaos’un yanına gitmişti bir gemiyle. Yanında çok bilinçli çok candan yoldaşları da vardı...
ÇOK ÖFKELENDİ ODİSSEUS
Odisseus; bütün bunları tanrıça Atena’nın ağzından dinledikten sonra, aniden eğilip yanında duran koca bir kayayı elleriyle sökmeye çalıştı topraktan!.. Kayayı gökyüzüne fırlatıp kopardığı gürültüyle, bunca acılara neden olan o arsız soygunculara rtık ülkesine döndüğünü duyurmak istiyordu!
Tanrıça Atena, uzun uzun gülümseyerekten; “Hemen acele etme, Odisseus!” dedi. “Senin neler yapman gerektiğini söyleyeceğim...Ama ilkin tanınmaz hale getireceğim seni! Düzgün derini buruş buruş yapacağım. Şu güzel mavi gözlerin de çipil çipil olsun, diyorum! Ondan sonra da seni, o çok sevdiğin çoban Eumayos’un kulübesine göndereceğim. Eskisi gibi gene senin sığır koyun sürülerini güdüp yediyor o. Oğlunu da, seni de, karın Penelopeya’yı da çok seviyor, çok sayıyor. Ülkedeki olup bitenlere baktıkça gözyaşları döküyor hep! Şu dağınık görünümünle o seni tanıyamayacak! Sen de bir yabancı gibi karşısına oturur, onunla ahbaplık edersin... Senin yokluğunu fırsat bilip hem yuvana, hem bütün halkın ocağına çöreklenmiş o asalak soyguncuarın girdisini çıktısını ondan öğrenirsin.”
Tanrıça Atena, çoban Eumayos’un sürüleriyle yaşadığı Karga Kayalıkları’na giden patikayı Odisseus’a gösterdikten sonra;“Şimdi gidip oğlun Telemahos’u bir gemiyle alıp buraya getireceğim. Şu karşıdaki boğazdan geçireceğim. Çünkü sarayına çöreklenen asalaklardan birkaçı, oğlunu öldürmek için orada pusuya yattılar...”
Bu sözlerin ardından tanrıça Atena, Odisseus’a el salladı ve bir zıplayışta, engin denizin ötelerine doğru süzülüp gitti. Bütün Akdeniz, zeytin kokulu, sepserin rüzgarlarla tatlı tatlı salındı...
ÇOBANININ KULÜBESİNE GİTTİ...
Odisseus, tanrıçasından ayrıldıktan sonra onun sözünü ettiği sarp patikayı izleyerekten Karga Kayalıkları’na ulaştı. Hemen bir kulübe gördü biraz ötelerde. Yaşlı çoban Eumayos; avluya oturmuş, elinde bir şeyler örüyor gibiydi. Eumayos, kral Odisseus’un hizmetlileri arasında ailesine en yakın olanıydı. Ailenin domuz, koyun, sığır sürülerine o bakardı. Sık sık saraya gider, Odisseus’un oğlu Telemahos ve karısı Penelopeya’yla dertleşir; konağın kilerindeki, ambarındaki mallarla da ilgilenirdi. Oraların anahtarlarını da zaten hep o taşırdı yanında...
Paçavralar içinde, yaşlı adam kılığındaki kral Odisseus: kulübenin önünde oturan çoban Eumayos’un yanına yaklaştığında, sürülerin köpekleri ürkünç havlamalarla ona doğru gelmeye başladılar.
ARTIK GERİ DÖNMEDİ...
Hemen ayağa fırlayan Eumayos, eline geçirdiği taşlarla onları kovmaya çalıştı... Gerçekten de bu azgın köpekleri uzaklaştırmak çok zor oldu. Çünkü bu kulübeye pek yabancı gelmezdi... “Ya, ihtiyar,” dedi çoban Eumayos soluk soluğa. “Görüyorsun, az kaldı paralıyacaklardı seni! Üstelik benim de adım lekelenecekti! Tanrıların başıma yağdırdığı bunca dertler yetmezmiş gibi! Troya’dan dönmeyen o güzel efendim Odisseus için üzülüp duruyorum zaten. Yıllar önce bir gitti; gidiş o gidiş! Beni, halkını, çok sevdiği karısını çocuğunu bırakıp gitti! Kim bilir nerelerdedir şimdi? Burada onun sürülerini ben yetiştiriyorum... Ülkemizin başına çöreklenen o yüzsüz asalaklar onları yesin içsin! Neyse, gel bakalım ihtiyar, kulübeme girelim... Güzelce karnını doyur önce. Keyfin yerine gelince de kimsin, nesin, dertlerin ne, anlatırsın.”
SOFRAMIZDAKİLERİ BÖLÜŞMELİYİZ...
Eumayos; çalı çırpıdan oluşturduğu ve üstüne bir yaban keçisinin sık tüylü postunu serdiği bir sedire oturttu perişan konuğunu. Odisseus sedire oturduktan sonra; “Beni böyle güzel karşıladığın için tanrılar sana ne istyorsan bağışlasın,” diye söze başladı. “Ama öyle kendini sıkma ihtiyar!” diye hemen sözünü kesti çoban Eumayos. “Senin gibi böyle konuk olarak gelenleri hep Baştanrı Zeus gönderir bana! Ben de onları gönlümce ağırlamadan edemem... Zaten onlarla ekmeğimi bölüşmezsem, kendimi insandan saymam. Üstelik suyumu, ekmeğimi bölüştüğüm zaman çok mutlu oluyorum... Sen keyfine bak. Şimdi yiyecek içecek birşeyler getireceğim... Yer içer, yarenlik ederiz...”
Çoban Eumayos; eline aldığı kilden yapılma bir testiyle, kulübeden dışarı doğru süzülüp çıktı hemen.
***
- AKDENİZLİ TANRILAR (Yaşar ATAN– Evrensel Yayınları)
- AKDENİZ MİTOLOGYASINDN EFSANELER (Yaşar ATAN – Evrensel Yayınları)
***
SON LEYLEK
Bu bir güz sabahı
Yutuyor ağır ağır
Dallardaki yeşili
O zencefil sarısı
Daha dün son leylek
Yuvası komşu çatıda hani
Nasıl da sevdalı
Hoşçakal demeye geldi
İlk göç kervanına katılmamış
Yoldaşım hastaydı dedi
Bana da selamı varmış
Bu bir güz sabahı
Sağolasın sadık leylek
Masamdaki şiir defteri
Senin sevdanla uyandı.
Yaşar ATAN
Evrensel'i Takip Et