24 Nisan 2016

Gerçeküstü bir gün

Trene bineceğiz, bekliyoruz.
Küçük kız öğretim üyesi arkadaşımıza ‘anne’ diye seslenerek güler yüzle aramıza giriyor.
İki gündür toplantılara katıldığımız arkadaşımızın kızıyla birlikte olduğunu bilmememe şaşırıyorum.
Öğretim üyesi arkadaş tanımadığı güler yüzlü kız çocuğunu umursamıyor.
Kız çocuğu yüzünü bana dönüyor; ona elimi uzatıyor ‘merhaba’ diyorum, ‘Benim adım Yücel, senin adın ne?’
Güler yüzlü kız yanıt vermiyor, yüzüme gülerek bakmaya devam ediyor.
Bekleyen yolculardan tanımadığım genç adam ‘Sizi televizyonda görmüş olmalı Yücel Bey’ diye şakalaşıyor.
Güler yüzlü küçük kız çocuğunun annesi olmalı, çarşaflı bir kadın geliyor, onu kolundan çekiyor, az ileride duran çarşaflı üç kadının yanına götürüyor. Annenin güler yüzlü olup olmadığını bilemiyorum, çünkü yüzü kapalı.
‘Goddard olsam, tren garında bekleyen yolculardan ben, eşim, güler yüzlü küçük kız çocuğu, kız çocuğunun annesi olduğunu zannederek şaşırdığım öğretim üyesi arkadaş, tanımadığım ama bir şekilde beni bildiği anlaşılan şakacı genç adam, aralarından birinin küçük kız çocuğunun annesi olduğu düşünülebilen ancak yüzü seçilemediği için güler yüzlü olup olmadığı anlaşılamayan dört çarşaflı kadın arasında, güler yüzlü küçük kız çocuğunun hareketliliğiyle bir anda oluşan kısa süreli iletişimi irdeler, bu iletişimi giderek toplumsal eleştiri sürecine dönüştüren gerçeküstü bir görsel anlatımın epik kurgusuna konu ederdim’ diye düşündüm.

***

Tren gidiyor.
Dört akademisyenin tutukluluk durumlarının kaldırıldığını, Can Dündar ve Erdem Gül yargılamasında bir sonraki duruşmanın mayıs ayının bir gününe bırakıldığını öğreniyorum.
Dört akademisyenden ikisiyle tanışıyoruz, birisiyle yakın arkadaşlığım var. Can Dündar’la tanışıklığımız, konuşmuşluğumuz var.
Dört akademisyenin yargılandığı mahkemenin genç yargıcı yüksek lisans yapıyor. Geçtiğimiz dönem yüksek lisans programındaki zorunlu derslerden biri ‘milletlerarası tahkim’di ve dersin öğretim üyesi bendim. Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılandıkları mahkemenin genç yargıcı da aynı programda aynı dersin yüksek lisans öğrencisiydi. Her iki genç yargıçla da milletlerarası tahkim konusunda konuşmuş, hukuk üzerine sohbet etmiştik. Her iki dava da henüz açılmamıştı. Adalet Bakanını da tanırım; iki binli yılların başlarında televizyon programlarında demokrasi, hukuk, yargı gibi konularda konuşurduk.
Tren yolculuğunun başındayız; düşünmek isteyenin bir şeyi kurgulamak, kurguladığını düzeltmek ya da kurguladığından vazgeçmek için bol zamanı var.
Düşünüyorum. Ben, tanıdığım iki akademisyen dost, tanışıklığım ve konuşmuşluğum olan gazeteci arkadaş, akademisyen dostların ve gazeteci arkadaşların yargılandıkları ağır ceza mahkemelerinde görevli akademisyen olma yolunda ilerleyen ve milletlerarası tahkim konusunda görüş alış verişinde bulunduğumuz iki genç yargıç ve adalet bakanı…Yargıçlar akademisyenlerin ve gazetecilerin özgürlükleri ile verilecek kararda etkililer; adalet bakanı yargıçların mesleki yaşamları üzerinde neredeyse mutlak söz sahibi; ben yargıçların akademik yaşamları üzerinde etkili olabilirim; akademisyen dostlar ve gazeteci arkadaşlar kendileriyle benim aramdaki ilişkinin geleceğiyle ilgili benim dışımdaki tek söz sahipleri...
‘Fellini olsam, ben, akademisyen dostlar, gazeteci arkadaşlar, genç yargıçlar ve adalet bakanını bir an için bir araya getiren zorunlu ama rastlantısal bir karşılaşma kurgular, bu kurgu ekseninde demokrasi-hukuk-yargı ve dürüstlüğün sorgulandığı ve adalet bakanının hareketliliğinde istenmeden rastlantısal da olsa zorunlu kurulmuş ilişkiyi bilgi-güç-iktidar-ahlak eleştirisi sürecine dönüştüren görsel anlatıma konu ederdim ve biraz da romantizm sosuyla sulanmış komedi rahatlatıcılığını ihmal etmezdim’ dedim kendime.
Tren ineceğimiz istasyona yaklaştı.
‘Bu kurguyu gerçeküstü kılacak etken akademik yaşamlarına milletlerarası tahkim alanında ilerleyen yargıçların görev yaşamlarında akademisyenlerin ve gazetecilerin özgürlükleriyle karar verme durumunda kalmaları olurdu. İlişkiye adalet bakanının girmesi ise komedi unsurunu güçlendirse de hikayenin kurgusunu gerçeküstü yapmaz, gerçek dışı kılardı. Çünkü kurgusal da olsa tasarlanan ilişkide hiçbir zaman yeri olamayacak kişi sanırım kurgudaki hareketliliği sağlayan rolüyle adalet bakanı olurdu.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et