Laik değilse devlet?
Fotoğraf: Envato
Türkiye Cumhuriyeti, kurucularının “muasır medeniyet seviyesi” olarak koydukları hedefe uygun biçimsel özellikler ve ilkeler üzerine kurulmuştu. Özellikle “İstiklal Savaşı” sonrasında Batıyla ilişkileri belirli bir “eşitlik” düzleminde sürdürme, yıkılan Osmanlı İmparatorluğunun kalıntılarını temizleme gibi amaçlar çerçevesinde laisizm bu ilkelerden biri olarak önem kazanmıştı. Genel olarak, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak olarak tanımlanan laisizm, Türkiye’de dini kontrol altına almanın adı olmuş, devlet kendi Sünnilik yorumunu resmi din anlayışı olarak yerleştirmeye çalışmıştı. Buna aykırı gördüğü her eğilimi yasaklamak ve kısıtlamak bu anlayışın başlıca uygulama biçimi olagelmiş idi. Örneğin “başörtüsü meselesi” bu uygulama anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmış, devlet laik olmakla başı açık olmayı eşitleyerek, aslında laisizme tümüyle aykırı biçimde dine müdahale etmeye kalkışmıştı. Dinin nasıl yaşanacağına dair kurallar koymaya kalkışmak, maaşlı din adamları yetiştirmek ve bunları bir devlet kurumu içinde istihdam etmek de, gerçekte laisizme tümüyle ters uygulamalardı. Çünkü devlet ve din birbirinden ayrılmak yerine, devlet temelli bir din yorumu yerleştirilmeye çalışılıyordu. Uzun ve yaygın bir muhalefet direnişiyle karşılaşan bu “devletlû din” anlayışı, şimdi artık tümüyle rafa kaldırılmış ve “dinli devlet” için anayasal düzenleme tartışmaları başlamıştır.
Dünyadaki “dinli devlet” uygulamalarına bakılınca, bizdeki şeriat tartışmalarının acayipliği daha iyi anlaşılıyor. Şu anda, “şeriata uygun olarak yönetilen devletler” ya da “kısmen uyan devletler” ya da “kendine göre uygulayan devletler” olarak sınıflandırılabilen beş Müslüman ülke devletinden söz edilebiliyor: Endonezya, Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Moritanya ve Pakistan… Hepsi “Kur'an hükümlerine göre” yönetildiğini iddia eden bu ülkelerin hiçbiri bir diğerinin şeriatını beğenmiyor, bizim gibi dışarıdan bakan ülkelerin şeriatçıları ise, “gerçek şeriatın ne olduğunu” tartışmakla oyalanıyor. Herhalde, bizde de “Türk tipi şeriat” gibi bir başlık bulunur!
Dikkat edilirse, adı geçen ülkelerin hemen hemen tümü dünyanın en geri, en yoksul, en sorunlu ülkeleridir ve hepsinin başında zorba ya da emperyalizm işbirlikçisi yönetimler vardır.
Buradan şöyle bir genelleme yapabiliriz: Din esasına dayandığını söyleyen devletler, demokrasiyle başı hoş olmayan yönetimlere uygundur. Din ne kadar devletle birleştirilmişse o kadar zorbalık, o kadar soygunculuk, o kadar yolsuzluk ve hırsızlık egemendir! Din, daima yöneticilerin elinde suçların örtüsü olarak kullanılmaktadır.
Bu bize de uyuyor. Yolsuzluk ve hırsızlık iddialarının artık hiçbir örtünün altına sığmayacağı kadar büyüdüğü bir zamanda, anayasanın laisizmden tümüyle arındırılması girişimi de ortaya çıkıyor.
Açıkça görülen odur ki, tartışma devletin laik olup olmayacağı meselesi değil, baskı, zulüm ve soygun düzeninin nasıl allanıp pullanacağına ilişkin bir tartışmadır.
- Örtülü dünya savaşı çağı: Savaşın çapı göründüğünden daha büyük 06 Ekim 2024 04:52
- İngiltere’de sokaklar faşizme kapalı 11 Ağustos 2024 06:41
- İki ucu savaş değneği 24 Mayıs 2017 00:56
- Olsaydıyla bulsaydı... 17 Mayıs 2017 01:00
- İdam... 19 Nisan 2017 00:10
- Gariplerin ölümü 29 Mart 2017 00:38
- Devletin ve milletin çıkarı nerede? 15 Mart 2017 01:00
- Almanya'ya karşı birleşik milli cephe! 08 Mart 2017 00:10
- ‘Sözde bayrak’ 01 Mart 2017 01:09
- Provokasyon ihtiyacıyla yaşamak 21 Aralık 2016 01:00
- Amerika gitsin, Rusya mı gelsin? 10 Ağustos 2016 00:59
- Darbenin gizli kalan iki ayağı! 27 Temmuz 2016 00:43