28 Nisan 2016 00:53

Kış solucanları

Kış solucanları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şu habere bakın önce: “Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı önüne gelen Fatih Öztekin adlı vatandaş, korumalara ‘Eskiden burada hayvanat bahçesi vardı. Şimdi nerede?’ diye sordu. Koruma polisleri de, ‘Ne demek istiyorsun, cumhurbaşkanına hakaret mi ediyorsun?’ diyerek bir tutanak tuttu. Apar topar gözaltına alınan Öztekin, çıkarıldığı mahkemece ‘cumhurbaşkanına hakaret’ iddiasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi.”

Mizah, abartı sanatı derler. Bu haber, bir Aziz Nesin öyküsü, İncili Çavuş fıkrası değil, gerçeğin daniskası.
 “Vatandaş”ın hangi mahpushaneye derdest edildiği haberde yok.

Gazetecilikte bir kural vardır: “Bir köpeğin bir adamı ısırması haber değildir, bir adam bir köpeği ısırırsa haber olur.” O da oldu. Birkaç yıl önce Balıkesir’de gecenin bir saatinde havlayıp kendisini uyutmayan komşu köpeğini bir adam kaba yerinden hart diye ısırdı.” Adam, köpeği dişleyince o altın kural da çöpe atıldı.

Şimdi Beştepe’deki olaya benzer olayları yazmak, gazetecilik sayılacak, diyeceğim ama bu da değil. Çünkü ortalık, bu haberlerden geçilmiyor. Cumhurbaşkanının arabası geçerken yere tükürdükleri için Beşiktaş’ta gözaltına alınan gençleri de biliyorsunuz.

Şu hayvanat bahçesi haberi beni yıllar öncesine götürdü. Öğretmenliğimin ilk yıllarında öğrencilerime bahçede Ömer Seyfettin’in “Bomba” öyküsünü okurken okulun din dersi öğretmeni, öyküyü “ahlaka mugayir” bulup kitabı elimden zorla almıştı. Din dersi öğretmeni öyküyü “ahlak dışı”, okul müdürü de “aşırı” bulmuştu. Sosyalist Boris, “Enternasyonal”i söylüyordu çünkü öykünün bir yerinde. Müdüre, kitabı okulun kütüphanesinden aldığımı söylemiştim. Din dersi öğretmenine ise Magda’yı kucağına sen alsaydın hoşuna giderdi, değil mi?” diye sormuştum. Karnından konuşan, sabi sübyana bıyık altından işmar eden bir adamdı.  

O sapkınlık, ’80 Darbesiyle palazlanıp iktidarın içine çöreklendi. Ensar Vakfındaki sapıklık yeni değil öyleyse. Ülkenin her yerinde imamlar, müezzinler, şeyhler, şıhlar, cübbeliler, kavuklular, sarıklı poturlu hocalar,  badem bıyık muallimler çocuklarımıza musallat! Midem kaldırmıyor.

O din dersi öğretmeninin cehaletini anlatmayacağım. Ancak şu hayvanat bahçesi haberi, çok eski bir kış gününe atıverdi beni. Kütahya soğuk olur. Takır takır bir kış günü, okul bahçesinde nöbetçiyken bir solucan görmüştüm. Nöbetim bitince öğretmenler odasında fen bilgisi öğretmenlerinden birine, yarım jeoloji bilgimle, havanın soğuk, toprağın da kuru olduğunu söyledikten sonra, “Bahçede bir solucan gördüm, solucanlar nemli toprağı sevmezler mi? Bu kış günü bahçede solucanın ne işi var?”diye sormuştum. Din dersi öğretmeni de odadaydı ve nedense solucanla kendisini ilişkilendirip beni müdüre şikayet etmişti. Fena halde üzerine alınmıştı. Bense cezalar, soruşturmalardan sonra soluğu bir Yörük köyünde almıştım.

Hayvanat bahçesi haberini okuyunca o yılları düşündüm. İşkilli, jurnalli yıllardı. Bugünkü gibi. Cumhurbaşkanına hakaret yine suçtu ama savcıların işi gücü bu davalar değildi. Şimdiyse Çağlayan Adliyesinde cumhurbaşkanına hakaret davaları dağ gibi… Gözünün üstünde kaşın var, diyen soluğu adliyede alıyor.

Düşünce özgürlüğü evlere şenlik! Yazarın savunmasını düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine kurması ne acı! Yazarın düşünmekten ve ifade etmekten başka ne işi olabilir ki? Aydınlara, yazarlara, akademisyenlere sövüp saydıktan sonra, cumhurbaşkanı da Baskın Oran’ın açtığı hakaret davasına karşı savunmasını düşünce özgürlüğü üzerinden yapıyor. Düşünce özgürlüğümü kullandım, üstelik halk da benim gibi düşünüyor, diyor.

Hangi halk? Vatandaşı Beştepe’nin bahçesinden hapishane avlusuna gönderen korumalar mı, okuyan çocukları yasak kitap okuyor ihbarıyla emniyete fişekleyen veliler, öğretmenler mi? Cumhurbaşkanına hakaret ettiğini söyleyerek kocasını yargıya postalayan ev hanımı mı?

Durum artık daha da vahim... Cumhurbaşkanına hakaret suçunun ceza yasasından çıkarılmasını isteyen aydınlar, yine Cumhurbaşkanının bayramlık ağzında. Niçin? Çünkü Cumhurbaşkanı, ağzını bozabilir ama kendisinin tavuğuna kış denildiğinde dokunulmazlığı var.

Yurttaşların anayasal eşitliği mi? Onu çoktan geçtik bir kalem! 17-25 Aralık hâlâ bir adım ötemizde. Ne bakanlara bir şey oldu ne sıfırlama tapeleri yargının kılını kalemini kıpırdattı. Çalana ballı börek, yazana dayak kötek… Gazetecilere açılan davalara bakın, anlarsınız.    Şimdi yeniden Can Dündar 17-25 Aralık davası…

Sahi,  Atatürk Orman Çiftliği’ndeki hayvanat bahçesine ne oldu? Laikliği yeni “dindar anayasa”yla kafesledikten sonra sıra hayvanlara da gelecek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa