13 Mayıs 2016 00:29

Ana yurdunda, anaya ve yurda rağmen

Ana yurdunda, anaya ve yurda rağmen

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Aydının Anadolu insanı ile münasebeti, bu topraklarda pek bereketli bir ekindir. Batı ile Doğu kültürünün, modern ile gelenekselin çatışması en azından ilk romanlardan başlayarak sanatın hep konusu oldu. Sinema perdesi en çok aydını taşraya göndermeyi (Bazen de taşrayı ayağına getirmeyi) yansıtmıştır herhalde. Genellikle de eğitimli kibar burjuva kahramanın nasırlı Anadolulu ile tokalaşırken elini incitmesi hissiyle. Son filmi Kış Uykusu da dahil bu kahramanın burnunu kaldırıp kaldırıp sürtmenin ustası olan Nuri Bilge Ceylan, bunu dünyaya açtı. Anadolu’ya gidenin kadın olması, neredeyse en son Çalıkuşu’nun, Vurun Kahpeye’nin konusu olmuştu. ’90’lardan itibaren dünya festivallerini sallayan dalga, yine Ceylan’ın büyük katkılarıyla, hep, fazla fazla erkekti.
Ana Yurdu, bu filmlerle yakın benzerlikler taşıyan bir film değil. Memlekete giden genç kadın ve annesi arasındaki geçime özel olarak odaklanıyor. Ama elbette bu anılan filmlerin söyledikleri ve içinde oldukları tartışmaların yüküyle yapılan bir yolculuk bu. Epey ilgi gördüğü yurt dışında çeşitli festivallerde “Müslüman ülkede kadın olmanın zorlukları” klişesinin bir parçası olarak algılandığı da olmuş. Aslında onun da içinde olduğu pek çok tartışmaya dair net sözler söylemeyen ama birbirinden farklı motiflerine odaklanınca farklı yorumlar yapmayı mümkün kılan bir anlatımı var. En son Ankara Film Festivali’nde aldığı en iyi film ödülünün de takdir ettiği güçlü sinemasallığının altında.
Nesrin’in Orta Anadolu’daki köyüne gidişi, yalnız kalıp romanını yazmak içindir. Orta üst sınıftan, durumu iyi, kariyeri havalı bir kadınken, kocasından ve işinden ayrılıp geldiğini kısa sürede anlarız. Köydeki varlığı bir farklılık arz etse de, başta uyum sağlamayacak gibi görünmez, mezarlığa gider, şalvarını giyer, evi temizler, köyde arkadaş edinir. Ama fazla yalnız kalmasına izin vermeden annesi Halise de çıkagelir. Köy içinde dedikoduyla Nesrin’in hareketini kısıtlayan “Köy yerinde şöyle yapılmaz, böyle davranılmaz” baskısı, annesiyle eve taşınır. Böylece yalnız bir kadın olmanın taşra muhafazakarlığının baskısıyla ortaya çıkan zorlukları, anne kız arasındaki çatışmayla başka bir boyut alır. Halise giderek dini, daha doğrusu metafizik alemlere sarılır. Nesrin ise giderek patlamaya yaklaşmaktadır.
Filmin görsel dünyası oldukça karanlık, hatta giderek karanlıklaşan, taşrayı romantize de etmeyen, tu kaka da göstermeyen bir yol izliyor. Yavaş temposu, uzun sessizlikleri, Ceylan’ın simgesi haline geldiği taşra sinemasının özellikleri. Oradan özellikle ayrılan yanı ise karanlığın içindeki azalıp artan gerilimi. Hatta Halise’nin mistik açılımı, kimi sahneleri bir gerilim filmine ait gibi gösteriyor neredeyse. Aralarda anne kız ya da bazen köydeki kadınlar arasındaki samimi sohbetler, bu gerginliği gevşeten supaplar sanki, kısa sürelerle. Anne kız ilişkisinden başlayarak, her anında hissedilen köyün farklı olana gösterdiği muhafazakar direniş, küçük gündelik detaylarda ortaya çıkıyor. Ama bunlardan isminin ipucu verdiği bütüne, ülkeye yönelik, konunun toplumsallığına dair net bir şey söylemekten nispeten uzak duruyor. Bu da, özellikle kadın seyirci için, özdeşlik kurması daha kolay bir zemin sunuyor aslında, kendi hayatından detaylarla beslendiğinde yaşadıklarına benzetmeyi mümkün kılarak. Bir yandan da, İslamcılık-laiklik gibi yabancı olanlar da içinde olmak üzere, muhafazakarlık-modernlik çatışmasından psikanalize birbirine benzemeyen yorumlara açık hale geliyor. En önemlisi, halk böyledir, taşra şöyledir gibi toptancı indirgemelerden uzakta durmaya çağırması. Nesrin’le birlikte çıkış yolunu seyircinin de araması böyle mümkün oluyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa