BirGün söyleşisinde mesele ne?
Fotoğraf: Envato
Mine Kırıkkanat söyleşisi BirGün gazetesinin başında dolaşan kara bir buluta dönüştü. Röportaj ve sonrasında yaşananlar verimli tartışmalara da vesile olabilirdi. Olmadı çünkü sosyal medyada köpüren, havuz medyasının iştahla üzerine atladığı bir söylem girdabında kaybolmamak için debelenip duruyoruz. Sorunun ne olduğunu tespit etmekte bile zorlanıyoruz.
Geçen Pazar BirGün’de, yazar Mine Kırıkkanat ile yeni kitabı Hiç Kimse hakkında Özlem Özdemir imzasıyla bir söyleşi yayımlandı. Roman, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in öldürülmesine odaklanan bir polisiye. Bu kitaptan başlayıp Batı’nın Sevres planına ve memleketi bir gecede değiştirecek kararlı lider eksikliğine uzanan söyleşi sosyal medyada epey tepki gördü. Ertesi gün gazetenin yayın kurulu röportajın gözden geçirilmeden yayımlanmasını ‘editoryal rehavet’ olarak niteledi ve ayrımcı ve aşağılayıcı sözler için okuyucularından özür diledi. Sosyal medyada bir kısım insan özrü manalı buldu. Örneğin Pervin Buldan Twitter’da ‘BirGün gazetesinin özür dilemesi ve yanlışının farkına varması önemlidir’ diye yazdı. Bir kısım, özre anlam veremedi. Fırsat bu fırsat deyip BirGün’e edilmedik hakaret bırakmayan bir kısmı ise anlamak zor. Diğer yandan havuz medyasında Kırıkkanat’ın PKK eleştirisi için BirGün’ün özür dilediği yönünde bir propaganda kampanyası başlatıldı.
Çarşamba günü BirGün’ün medya yazarı Ümit Alan konuyla ilgili önemli bir yazı yazdı. Alan, sorunun röportajı yapan gazetecinin röportajda dile getirilen görüşe mesafesini ayarlayamaması olduğunu söylüyordu. Ama burada da kendimizi içi boşalmış ve egemenin palasına dönmüş bir tarafsızlık ilkesi ile yüz yüze bulmuyor muyuz? Acaba esas mesele, ele alınan konulara ve öznelere mesafe ayarlamak değil de, egemen söyleme eleştirel bir mesafeden bakıp gazetecilik tercihlerini buradan yapmak olabilir mi? Buradaki rehavet, biraz da milliyetçilik ve cinsiyetçilik gibi normatif söylemlerin sıcak kucağının rehaveti olmasın? Bu soruların cevabını vermek ve Kırıkkanat söyleşisini belki de bir semptom olarak görmek gerek. An itibariyle iktidarda olana muhalif olmak sıradan. Yüzyıldır iktidarda olan söylemleri deşifre etmek ise, her şeyden önce kendi bagajına yönelmeyi gerektiren eleştirel bir sorgulamayla mümkün. Okuyucu, özel bir ilişki kurduğu BirGün gazetesinden doğal olarak bunu bekliyor. BirGün de, gün yüzüne çıkardığı haberlerden alternatif finans modeline kadar, bu sorumluluğu aldığını söylüyor. Yayımlanan özrün kapsamı ve netliği tartışmalı ama bu özrü BirGün’ün kendi bagajıyla hesaplaşma sorumluluğunun göstergesi olarak okumak gerek.
Kırıkkanat’ın ve röportajı gerçekleştiren gazetecinin sözlerine sinmiş olan bakışı da burada not edelim. Hiç Kimse kitabının yazarı romanın yüzde sekseninin doğru olduğunu iddia ediyor ama roman neye dayanarak, eski bir tetikçi dışında hangi kaynaklardan faydalanılarak hazırlanmış belli değil. Kadınların Kürt hareketi içerisindeki konumu hakkında bu kadar net konuşmaya yol açacak özgüven hangi yöntemle sağlanmış bilemiyoruz. Zaten yazar için Türk Kürt ayrımı da olmamalı, o çocukken yokmuş. Onlara acıyorum dediği Kürt kadınların bu casusluk romanını çok seveceğinden de emin. Romancı ayrıca halkın devlete itaat etmeye alışkın olduğunu, dolayısıyla Atatürk ve ekibi gibi bir lider kadro gelip devleti ele geçirirse halkın nasılsa itaat edeceğini ve sorunun ortadan kalkacağını söylüyor. Biat ve devletçiliğin her türlüsü değil ama içinde bulunulan seçkinlerin işine gelecek türlüsü makul. Dış güçlerin Konstantinopolis’i ele geçirmeye çalışması, Orhan Pamuk’un Ermeni soykırımını sahiplenmek mecburiyetinde kalması vb. ifadeler, iyi bir gazetecinin yeni sorular sorarak görünür olmasını sağlayacağı çelişkilerle dolu.
Başa dönelim, hakaret ve propaganda girdabı olmasaydı verimli tartışmalar yürütebilirdik. Meselenin özünün Kürtlerin tarihi, siyasal bilinci, kültürü ve kayıplarının kamusal alanda temsil edilmesi ile ilgili olduğunu vurgulayalım. Her anlatı kamusal alanda aynı şekilde yer bulamıyor. Örneğin, Sakine Cansız’ı ve Kürt hareketinde öne çıkmış diğer kadınları anlatan Hêvî/Umut belgeseli İstanbul’da seyirciyle buluşacak salon bulamıyor. Hêvî’de, kendisiyle yapılacak röportajın hemen öncesindesuikaste uğrayan Sakine Cansız yakınlarının anlatımıyla yer alıyor. Cansız’ın Hep Kavgaydı Yaşamım kitabına dayanan Sara belgeselinin İstanbul gösterimi ise daha bir kaç ay önce arka arkaya engellendi. ‘Onlara acıyorum’ diyerek Sakine Cansızlarla ilgili gerçeği anlattığını söyleyen romancıya ‘hangi kaynaklardan faydalandınız, mesela Cansız’ın kitaplarını okudunuz mu?’ sorusunu sormamak kötü gazeteciliktir. Bir gazetenin neye nasıl ses açacağı, nereye bakacağı ve okuyucusuna hangi anlatıları nasıl aktaracağı ile ilgili tercihleri de politiktir. Politik tercihler, tutarlı olmayı ve sorumluluk almayı beraberinde getirir.
- Her gün biraz daha karanlık 05 Kasım 2016 00:30
- Gazeteciliğin karşısındaki iktidar Kuzey Dakota'da da aynı 22 Ekim 2016 00:13
- Gazeteciler neden oturma eylemindeydi? 15 Ekim 2016 00:29
- Bundan sonrası anlatım bozukluğu 08 Ekim 2016 04:40
- Etkisiz hale getirilen barış umudu ve habercilik 01 Ekim 2016 00:52
- Çıkışımız var mı? 24 Eylül 2016 00:51
- Zamanın ruhu dayanışmada saklı 17 Eylül 2016 00:06
- En büyük, en ezen ve suçu görülmeyen... 10 Eylül 2016 00:51
- Net, yürekli, çalışkan bir muhabir 20 Ağustos 2016 00:51
- Mitik dünyamızın vahşi ikili karşıtlıkları 13 Ağustos 2016 00:13
- Mitik dünyamızın vahşi ikili karşıtlıkları 13 Ağustos 2016 00:13
- Ne zaman, ne için gazetecilik? 06 Ağustos 2016 00:54