15 Mayıs 2016 00:52

15 Mayıs 2010

15 Mayıs 2010

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçende yayınevinde epey kitabı çıkmış, yazarlık hayatında uzun yol kat etmiş bir yazarla sohbet ederken hatırlama, arşiv gibi bahisler açıldı. Arşivinin asla olamadığından, habire taşınmak zorunda kaldığı kiralık evlerden ötürü zaten “yerleşme”nin mümkün olmadığından ve arşivi olan insanlara şaşırdığından bahsetti. Yıllar evvel yazılmış bir yazıyı, yazarımızın başka bir arkadaşı (yazı ondan söz ediyor diye) kesip saklamış. Ve o yazı söz konusu olduğunda, şak diye çıkarıp vermiş. Yazarımız, bu durumu çok da takdir etmediğini, dahası böyle bir hayatı donuk ve sıkıcı bulduğunu saklamaz biçimde “Ne insanlar var,” dedi. Ben de katıldım bu dediklerine –arşiv konusunda pek fena sayılmam oysa ki.

Bundan tam altı yıl evvel, Gelibolu’dan bir otobüse binmiş ve İstanbul’a varmıştım. O yol o kadar beklenmişti ki, bittabi arıza yapmıştı otobüs. Öyle kolay, ha diye varamamıştım menzile. Bahardı, aylar boyunca terhis olmayı beklemiştim. Kışın “teslim” olduğu haki elbiseler, baharda üstümden çıkabilmişti. Günlerden 15 Mayıs’tı ve İstanbul’a uzaktan gelen birçokları gibi, ben de Beyoğlu’na, İstiklal Caddesi’ne atmıştım kendimi. Terhis olduğumu bildiren evrak sarı bir zarfın içinde, sırt çantamdaydı. Sesleri, kokuları, insanları, gökyüzünü garipseye garipseye acıyan ayak parmaklarımla adımlıyordum Cadde-i Kebir’i. O kadar ki, tam olarak neye sevineceğimi bilemez haldeydim. Bir sevinç bulamacı, bir şaşkınlık havai fişeği gibi şapşalca etrafıma bakınıyordum.

Cumartesi Anneleri’nin ikâmetgâhı Galatasaray Lisesi cihetini adımlamıştım ki, gençten pırıl pırıl bir kardeşimiz yoluma mani oldu. Anketçilere elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışmış bir kardeşiniz olarak, sakince durdum, “Benden zarar gelmez, İngilizce kursu önermeyeceksen anlatacağını da dinleyeceğim,” beden hareketiyle beklemeye başladım. İnsanların normalde nasıl anlaşabildiklerini bile neredeyse unutmuş faniydim, genç kardeşimiz nefes almadan anlatmaya başladı.

Kimi bireyler politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddeder. Buna vicdani ret denir. Vicdani retçiler kendilerini antimilitarist ya da pasifist olarak tanımlar. En çok karşılaşılan ret sebepleri düşman olsa bile insan öldürmeyi ahlaki bulmamak, hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda yer almayı ahlaki bulmamak, güncel sorunlardan dolayı o ülkenin silahlı birliğinde bulunmayı ideolojik ve dinî inanca aykırı bulmaktır. (genç kardeşimize beyaz iftira atıyorum bu kısımda ve sanki Wikipedia’nın vicdani ret maddesini ezberlemiş de bana anlatmış gibi yapıyorum.)

Çokbilmiş biri gibi değilse de, yaşlı bir bilgeden ödünç almışım gibi tebessüm ettim genç kardeşime. Konuştukları bitti, sonunda “Vicdani ret gününde bizi imzanızla desteklemek istemez miydiniz?” dedi gururla. Haklıydı, hakkıydı gururlanmak. Elbette destekleyecektim, imzam ona bin kere kurban olsundu ama öncesinde başka bir şey yapmasını isteyecektim. “Sırt çantamı açar mısınız?” dedim. Bakakaldı. “Çekinmeyin lütfen, içinde sarı bir zarf var, onu çıkarmanızı ve açmanızı rica ediyorum. İçinden bir sayfa evrak çıkacak, orayı bana okur musunuz?”

Biraz tereddüt etti ama çantayı açtı, sarı zarfı buldu, evrakı çıkardı ve okumaya başladı. İkinci yahut üçüncü kelimede durdu. “Hayat size şakacı davranmış,” dedi. Kâğıdı imzaladım, masada oturanlara el sallamayı ihmal etmeden Odakule cihetine doğru seğirttim. Arşiv kısmına burada bağlanıyoruz. Kamuflaj cebine bile sığmasıyla askerliğimin en yakın yoldaşı olan yeşil Ece Ajandası’na.

“13 Mayıs 2010, saat 16:00 – Ring gelmedi, tekerleği patlamış meğerse. Israr etmedim, kademeye döndüm. Bu masadan belki de son yazışım bu. Kalem de teklemeye başlıyor; sinekler sırtımı, bacağımı hep yemiş. Artık bitsin istiyorum.

Paranoyalarım nispeten dağıldı, içimdeki garip tedirginlik de. Gene radyo açık.

Devlete ait şu radyo kanalını hayatım boyunca bu kadar dinlemek, daha doğrusu herhangi bir radyoyu bu kadar dinlemek “mümkün” olmamıştı. Burada kulağıma kulağıma vurdu adeta radyo. Şimdi, mesai biterken radyo çalıyor burada. Ve ben uzunca bir süre radyo denen şeyden kaçacağım, orası kesin.

Karnım aç ama iki gün kaldı ve bu bilgi de çok hafifletici. Bu sesler elbet bir gün kesilecekti. Buzdolabı, tıp tıp musluk, güç kaynağının mekanik sesi ve radyo.

Yarın sabah tıraş olacağım. Ardından aylarca, yıllarca jilete uzak.

15 Mayıs – Bitti! İstanbul’a varmak üzereyken otobüs arıza yaptı, onu bekliyoruz. Bitti, vallahi bitti. 

15’i gelir Mayıs’ın.

Ve sonnot: Bugün, “Dünya Vicdani Ret Günü”ymüş.

Hayat!”

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa