Düzen, partiler ve gelişmeler

HDP’yi dışta tutarak ifade edecek olursak, sermayenin çeşitli kanatlarına mensup parlamentodaki düzen partilerinin her birinde ülkenin genel politik gidişatı ile sıkı sıkıya bağlı değişiklikler, karışıklıklar gündeme geliyor. İktidar partisi “fiili başkanın” işareti ile bir parti içi darbe tezgahladı ve kendi genel başkanını ve başbakanı deviren bir yola girdi. AKP son iki seçime Davutoğlu başkanlığında girmişti ve kitleler karşısındaki Başbakan Adayı Davutoğlu idi. Sorun bu kapsamda ele alındığında atılan bu adımın etkilerinin sadece parti içi ile sınırlı kalmadığı açıkça görüldü.
MHP, iktidar partisinin de perde gerisinde taraf olduğu çeşitli muhalif gurupların mücadelesi ile sarsılıyor. Geleneksel olarak liderlik anlayışı etrafında kenetlenmiş bu partideki çözülme ve iç mücadele halen sürüyor ve artık eski biçimiyle eski partiye dönme ihtimali ortadan kalkmış durumda. CHP üst yönetiminin, dokunulmazlıkların kaldırılması tutumunda ortaya koyduğu hatta tek bütün halinde ilerleyemeyeceği, gerek parti içindeki farklı eğilimler, gerekse tabanda demokrasi ve özgürlük yanlısı eğilimler nedeniyle belirginleşti. Dokunulmazlık oylamasında ortaya çıkan tablo da bu durumu netleştirdi.
Düzen partilerinin her birini etkileyen ve sarsan bu tablonun gerisinde ise ülkenin yeni bir yönetim biçimine doğru sürüklenmesi yatıyor. Kurulmak istenen yapı “yerli ve milli” unsurlara dayanan, tek adam tek parti diktasını açıkça hedefleyen faşist bir yönetim biçimidir. Aslında bütün diktatörlükler “yerli ve millidir”. Hitler Franco’dan, Franco Mussolini’den, Pinochet diğerlerinden, Evren diktatörlüğü Güney Afrika’nın ırkçı rejiminden, Ziya ül hak Videla’dan vb. her biri diğerinden farklı özelliklere, yani “yerli ve milli” özelliklere sahiptiler. Ortak yanları işçi ve emekçi halklar üzerinde sermayenin diktatörlükleri olmaları, bağımlı olanların ise büyük efendi ABD’nin uşağı olmalarıydı.
Kısacası bu diktatörlüklerden her biri ırkçılıktan, dinciliğe, milliyetçilikten mezhepçiliğe uzanan özelliklere sahiptiler ve kendi ülkelerinin iç çelişkilerinden ve yapısından kaynaklanan gerekçeler üzerinde yükseliyorlardı, yani bu anlamda her birisi “yerli ve milli” idi. Gerek uluslararası gelişmeler, gerekse de bölgedeki ve ülkedeki gelişmeler Türkiye egemen sınıflarını artık eskisi gibi yönetemeyecekleri bir ülke tablosu ile karşı karşıya bırakmıştır. Büyük sermayenin ve iş birlikçi egemen sınıfların bir bütün halinde hareket edip etmedikleri elbette tartışılabilir. Ama bugün onlar açısından egemen olan eğilime karşı güçlü bir karşı çıkış görülmemektedir. Ya da şöyle de denilebilir, egemen sınıflar ve klikler arasındaki mücadelenin kendine özgü yanları ve yönleri bulunmaktadır ve bu durum onların iç mücadelelerinin konusu durumundadır ve buradan emekçi halk lehine çıkacak bir şey bulunmamaktadır. Sadece bu çelişkilerden yararlanabilme yeteneği gösterebilmek açısından bir önem taşımaktadır.
Halk kitleleri açısından duruma bakılınca şunlar söylenebilir: Kürt halkı eskisi gibi yönetilmek istemediğini ortaya koydu. Baskı ve terör ne kadar yoğunlaştırılırsa yoğunlaştırılsın onların mücadelesi engellenemeyecektir. Genel olarak ülkede henüz çok güçlü olmasa da demokrasi ve özgürlük talep eden halk kesimleri ve sermayenin saldırılarına karşı mücadele eden işçi ve emekçiler bulunuyor. Sermaye ve düzen partilerine yansıyan guruplaşma ve yeniden yapılanma eğilimleri politik istikrarın zayıflığını ve bu güçlerin basmakta oldukları zeminin oldukça kaygan olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Demokrasi güçleri ve işçi ve emekçi hareketi bu gelişmeler içerisinde kendi mücadele cephesini sıkıca örme zorunluluğu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Esasen bu yöndeki arayış sürmektedir ve laikliği de savunan güçlü bir demokrasi cephesinin kurulması gerektiği görüşü her geçen gün daha fazla yaygınlaşmaktadır. Saflar belirginleşmekte, mücadele keskinleşmektedir. Tüm halkı zorlu bir mücadele dönemi beklemektedir.

Evrensel'i Takip Et