Burada ırkçılık olmaz, siyahlar atlet bile olur
Fotoğraf: Envato
1936 Berlin Olimpiyatları Naziler tarafından görkemli bir propaganda malzemesi olarak tasarlanmıştı. Malum, o zamanlar Almanya “üniter başkanlık” sistemi ile yönetiliyordu. Birçok ülke tarafından boykot edilen oyunları müthiş bir şölen, başarılı bir organizasyon ve Ari ırkın üstünlüğünün ispatı olarak göstermek istediler. İlk olimpiyat altın madalyasını orada alan Türkiye gibi ABD de katılanlar arasındaydı. Dünya savaşı arifesinde bütün politik gerginliğin içinde, olimpiyatlara damgasını vuran atlet, biri takımla 4 altın madalya sahibi Siyah Atlet Jesse Owens oldu.
Olimpiyatlara dair yapılan Alman filmi 1938 tarihini taşır, Leni Riefenstahl’ın Olympia’sı Yunan heykeli anatomisini Ari ırk propagandasına coşkuyla bağlayan, faşist estetiği yücelten önemli bir filmdir. Dünya rekorları kıran, tarihin en iyi koşucularından biri sayılan Amerikalı siyah atlete dair bir film ise, ancak yapılabildi. Orijinal adı ‘Race’, hem ırk hem yarış anlamına gelen bir sözcük, kelime oyununun Türkçede hakkını vermek kolay olmayabilir ama Rüzgarın Oğlu da olsa olsa spor gazetesi başlığı olur.
Film Jesse’nin Ohio Eyalet Üniversitesindeki ilk günü ile açılır. 1930’lar, henüz siyahların durumu eşitliğin çok uzağında. Annesi Jesse’nin düzgün görünmesi için ona ceket diker, sağdan soldan laf atarlar, hikaye böyle başlar. Daha koçla ilk görüşmesinde Berlin’e gitmenin konuşulması, filmin olimpiyat performansı üzerine kurulu olduğunu açık eder. 1935’te Big Ten’de 45 dakikada üç dünya rekoru kırması, Owens’ın kariyerinin önemli anlarından biri olsa da, bu sebepten hızlıca geçilir. Çocuğunun annesi ve sevgilisi Ruth ve onunla ilişkileri şöyle bir gösterilip seyirciye doğru dürüst tanıtılmaz ama onu aldattığını detaylı görürüz, bunun üzerine Ruth’u evlenmeye ikna etme bölümü bir miktar sürer. Sonrası Berlin. Irk politikalarını protesto için olimpiyatlarını boykot etmesini isteyenler de vardır, ama o mesajını gidip kazanarak vermeye karar verir, bilindiği gibi de öyle olur. Riefenstahl tarafından filme alınır. Alman Atlet Long ile arkadaş olur. Hitler elini sıkmaz. Goebbels onu aşağılar. Ama Jesse 100 metre, 200 metre, uzun atlama ve 4x100 bayrak yarışı madalyalarını alır, rekorlarını kırar. Memleketteki kutlama partisine geldiğinde ise, ana kapıdan alınmaz, personel girişine yönlendirilir.
Rüzgarın Oğlu, adına takılmayalım, bu büyük sporcunun, Nazi ve Amerikan ırkçılığına rağmen gösterdiği başarısının hikayesini anlatır özetle. Tarihe uygunluk her filmde tartışmalıdır, bu filmin gerçeğe sadakatini, mesela Hitler’in elini sıkmama meselesini daha detaylı ele alanlar olacaktır mutlaka. Bir sinema filmi olarak, 20. yüzyılın en alevli, en gergin zamanlarının birinde bir siyah gencin çıkıp da Alman ve Amerikan ırkçılarını güzelce tokatlamasına odaklanıyor ve bunu, arada sarktığı, düştüğü yerler olsa da, toplamda başarılı anlatıyor. Spor filmlerinin geleneği olan kahramanın tutkusu bile pek yok filmde. Tarihe uygunluk konusunda da, vurgunun yapıldığı yer inceden tartışmaya açık. Çünkü Nazi’yi şeytanlaştırmak kolay, zaten tarih bilgisi sinemaya dayanan herkes bilir ki Nazi kelimesi Yahudi düşmanı anlamına gelir, yoksa Nazi partisi Alman burjuvazisinin büyük aşkı, kapitalist devlet aygıtının abartılı ama sadık bir uygulayıcısı değildir, her Amerikan filmi gibi bu filmde de. Amerikan ırkçılığının ise, filmin başından sonuna örnekleri verildiği halde, yine de devlet politikası oluşu değil de münferitliği öne çıkar. Hani bir antrenörün lafları, başka sporcuların tacizleri, bir otelin politikası falandır en sinir bozucu olan. Oysa en sonda yazan Beyaz Saray’ın Owens’ı tanımaması, başkanın onu tebrik etmemesinden bahseden iki cümle, Jesse’nin film boyunca karşılaştığı ayrımcılıktan daha bile çarpıcıdır.
Berlin’e geldiklerinde “Siyahların yatakhanesi nerede?” diye sorar ve ayrı bir yatakhane olmadığını öğrenirler. Berlin’de, Nazilerin başkentinde, ırkçılık deyince akla gelen ilk yerde. Bu sahne üstünde durulmasa da, aklında tutan seyirciye Amerikan demokrasisi ve değerleri üstüne atılan nutukların hepsi boş gelecektir. Sorsanız mutlaka “Irkçılık yok, siyahlar olimpiyatlara bile katıldı” derler utanmadan. Yani ırkçılığı başkasına ya da geçmişe ait sanıp ayıplamak kolaydır, sinema da uzaktan ayıplamayı kolaylaştırır. Obama döneminde ırkçılık tarihiyle ilgili onlarca film yapılırken polisin siyahları öldürmeye devam etmesi gibi, aslında bunun şimdiyle bir alakası yoktur. Henüz eşitliğin olduğu bir dünyada yaşamıyoruz, filmlere bakarak ırkçılık, ayrımcılık, faşizm geçmişte, dünyanın başka ucunda kaldı sanan bu yüzden yanılır. Geç de olsa ırkçılıkla yüzleşenler var, oraya dikkat etmeli.
- Androidler üç boyutta ne düşler? 06 Ekim 2017 01:00
- Yedi kişilik oyun 01 Eylül 2017 01:00
- Erkeklere gününü gösteren pehlivan 18 Ağustos 2017 01:02
- Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu 28 Temmuz 2017 00:15
- Zombilere karşı iki tutum 21 Temmuz 2017 01:00
- Maymun nasıl maymun oldu? 14 Temmuz 2017 00:15
- Sürüden ayrılanı kamera kapar 07 Temmuz 2017 01:33
- Ey ruh, sen kimsin? 30 Haziran 2017 00:52
- Karanlık Çağ’da vampirlere karşı 08 Haziran 2017 23:52
- Genç Karl Marx: Bir başlangıç 19 Mayıs 2017 01:00
- Kaygı'yla gerçeği hatırlamak 12 Mayıs 2017 00:30
- Beyazlar Afrika'da neler çekmiş 05 Mayıs 2017 00:59