30 Mayıs 2016 01:00

Tohumun çiçek zamanına cansuyu biriktiren Gezi

Tohumun çiçek zamanına cansuyu biriktiren Gezi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kadınlar, hasbelkader eklemlenmiş yan unsurları değildi Haziran Direnişi’nin.  Nitekim direnişin kadınların varlığıyla anılan, kadınların direnciyle sembollenen bir direniş olması da bunu gösterdi.  
Gezi deyince akla hala polisin biber gazına karşı vakur duruşuyla “Kırmızılı kadın”, TOMA’nın karşısına geçip kollarını açan “Siyahlı kadın”, “Sapanlı teyze” olarak anılan Emine Cansever, “Çocuklarınızı parktan alın” diyenlere cevaplarını parka gelip el ele tutuşarak veren yüzlerce anne, “Küfürle değil inatla diren” diyerek direnişin sözünü değiştiren feministler, mahallelerden yürüyüşe geçenlerin en önündeki kadınlar geliyor. Direniş halkasını merkezden çevreye  genişleten kadınlar mahalle forumlarının ilk sözünü söyleyenleri, kurulan halk meclislerinin en çalışkan üyeleri olmuşlardı.  
Kadınların Gezi’deki varlığı “güzel fotoğraf kareleri” oluşturmaktan öte anlamlar taşıyordu elbet. Kadınlar direnişin parçasıydılar, çünkü Gezi’yi oluşturan taleplerle beraber kadınlara reva görülenlerle ilgili de dertleri vardı. Kadınlar, tüm topluma yönelen hayati saldırıların zincirleme birbirine bağlandığı ve zincirlere en çok doladığı kesimdi.  Gezi’nin coğrafyasını küçük bir parktan tüm memleket sathına yayan temel dayanak ve öncü olmalarının arkasında bu vardı. 81 ilin 79’unda  5 bin 532 eylemle sokağa taşan 3 milyon 600 binin üzerinde yurttaşın yüzde 51’ini kadınların oluşturmasını bir tesadüf olmaktan çıkaran da buydu.  
Haziran Direnişi’nin kadınlar için salt bir “yaşam tarzı savunusu” olmadığı, -yüzde 50’nin ister şurasında ister burasında olsun- tüm kadınlar için “Yaşamın bizatihi kendisini savunmak” olduğu bugün daha açık görülüyor. Kentsel yağmanın yarattığı sorunlarsa en beteri, korkunç çalışma koşulları ise en ağırı, “Ben ne dersem o” diktatörlüğünün salladığı parmaktan nasiplenmekse en bereketlisi kadınların payına düşüyor. İktidarın neoliberal muhafazakar toplum tahayyülünün harcı en çok kadınların kanıyla karılmaya çalışılıyor. Giderek artan şiddet, baskı, korku iklimi ise, en çok kadınların yaşamsal haklarına saldırıyı beraberinde getiriyor. İktidarın kadınları “gözettiğini, öncelediğini” söyleyerek attığı her adım, kadınların onlarca yıllık mücadeleyle elde ettiği yaşamsal hakların en geriye çekilmesiyle sonuçlanıyor. Kaybedilen haklar sadece bir “yaşam tarzı”nın kadınlarının değil, tüm kadınların hakları.  
E, ne oldu yani? “Ne güzel direndik, ne de güzeldik” nostaljisi mi kaldı Gezi’den geriye? Hayır; Gezi sürecinden kadınlar, çok somut kazanımlar da elde ettiler.   
Direnişin öncesinde çeşitli mahallelerde, kentlerde yaşam hakları için buluşan  kadınlar, Gezi Direnişi’ndeki çokluk ve yapabilirlik hissinden güç alarak, kimi yerde “kadın dayanışması” adıyla, kimi yerde kadın forumu olarak, kimi yerdeyse dernekler kurarak kalıcı birlikler oluşturdular. Gezi’de mayalanan kadın direnişi, kadın hareketinin çeşitli kesimlerinin “birliktelik” hukukuna da çok şey kattı. Sokağa çıkmanın, muhalefet etmenin giderek zorlaştığı, kimsenin sokakta sözünü söyleyemediği günlerde kadınların sözlerini sokakta söyleme ısrarı, bu sözü söylerken geniş kadın kesimlerinin somut taleplerini ortaya koyabilme çabası bunun bir göstergesi. Bugün memleketin bir köşesinde, şu ya da bu nedenle biraraya gelme çabası içinde olan kadınların “Acaba yapabilir miyiz, altından kalkabilir miyiz” tedirginliğiyle karşı karşıya kaldıklarında “Gezi’de yaptık, yine yaparız” atılganlığı cansuyunu buralardan alıyor.
Bu cansuyu, tohumlar için birikiyor. O tohumların da çiçeklenme zamanı gelecek. Kimbilir, belki yine bir haziran günü...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa