02 Haziran 2016 01:00

Volte-face

Volte-face

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Siyaset veya fikirlerde ani bir değişikliği ifade eden bir kavram volte-face. İtalyanca’daki dönmek (volta) ve yüz (face) kelimelerinin terkibiyle oluşturulan bu Fransızca kavramı Türkiye’nin diplomatik hamleleri sayesinde Türkçeye de kazandırmakta fayda var (Aslında her iki kelime de volta atmak ve façasını indirmek gibi deyimlerle Türkçede kullanılıyor ya, neyse). Nitekim Erdoğan ve Putin idareleri arasındaki yakınlaşma tam da aniden yüzlerin bir birine döndüğü bir anı anımsatıyor. Bakışmalar ardından hafif bir sesle sorulan “Hâlâ küs müyüz?” soruları, “Ben elimden geleni yaptım vallahi” yollu sitemler, ama tüm bunlara rağmen niyetlere dair kuşkular. Belki arka fonda inceden Roy Orbison: “Bir süreliğine iyiydim. Bir ara gülümseyebiliyordum. Ancak dün gece seni gördüm”.
İnsanlar arasındaki ilişkilerden tanıdık böyle volte-face’lar. Ancak bireyler arasındaki bir dostluktan değil devletler arasındaki bir diplomatik manevradan bahsediyoruz. Wikipedia diplomasi alanında volte-face’a örnek olarak şu olayları saymış: 1756 Diplomatik Devrimi, Sovyetler Birliği-Almanya Paktı, Eylül 1943’te İtalya’nın müttefiklere katılması ve Ogaden Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin desteğini Somali’den çekip, Etyopya’ya vermesi. Erdoğan ve Putin idareleri bu çapta bir değişikliği gerçekleştirebilir mi?
Hızla giden her araç gibi gaza basmış bir politika da keskin bir dönüşte devrilme riski taşır. Biraz hız kesmek biraz da açıktan almak böyle bir diplomatik manevranın başarısı için elzemdir. Ne var ki, gerek aracın niteliği gerekse aracın içinde/üzerinde hareket ettiği ortam bazen manevrayı tamamen olanaksız hale getirebilir. Peki tarafların her ikisi de bu manevrayı özdeş koşullarda mı gerçekleştiriyorlar? Bence hayır.
Putin’in aracı ve hareket ettiği zemin Türkiye’yle yakınlaşmaya çok uygun: Savunmasını Türkiye’yi düşman belleyen bir ittifaka dayandırmıyor, dolayısıyla Türkiye’yle yakınlaşma hiçbir ciddi ittifakına zarar vermez. Eğer yakınlaşma ABD’nin rızasına karşı gerçekleşiyorsa, Türkiye’yle yakınlaşma Putin için kendisine düşman NATO ittifakının bir üyesinin aklını çelerek, onu NATO’dan koparma gücünün olduğunu göstermek için müthiş bir fırsat. Hele hele Türkiye’nin en önemli iç ve dış politika gündemi olan Suriye sorununda! Hem de Suriye’de yıllardır fiilen karşılıklı bir savaş yürüttükten sonra! Putin için bu manevranın başarıya ulaşması büyük bir zafer olur doğrusu. Bu zaferle Rusya’nın gücü tartışılmaz bir şekilde kanıtlanır. Dahası bu zafer AB’nin liberal çizgisinden giderek aşırı-sağcı milliyetçiliğe kayan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde NATO’ya dair kuşkuları arttırır. Bir kez daha Rusya coğrafi olarak Almanya’ya kadar etki kazanmış bir devlete dönüşür. Eğer yakınlaşma ABD’nin rızasıyla gerçekleşiyorsa o halde Putin ABD’yle bir anlaşmaya varmış ve bunun gereğini yapıyor demek.
Erdoğan idaresi açısından ise manevra koşulları daha çetrefilli. Henüz birkaç ay önce Rus uçağı düşer düşmez Rusya’ya karşı NATO’yu savunmaya çağıran Türkiye’nin şimdi NATO’nun politikalarına ters bir politika izlemesi mümkün mü? ABD’li askerlerin kollarına taktıkları arma (Ortak operasyonlarda şaşırılmaması gereken bir uygulama) üzerinden Ankara’da estirilen havaya bakılırsa ABD’yle köprüleri atmak bir seçenek/tehdit veya blöf olarak masaya konmuş durumda. Ancak sahnedeki bu tavırlar ne kadar gerçek ne kadar oyun?
İki olasılık var: Erdoğan-Putin yakınlaşması ya Rusya-ABD arasındaki çatışmanın şiddetlendiğine ya da azalmaya başladığına işaret. Eğer çatışma büyüyorsa, Erdoğan ya gerçekten NATO’yu ters köşeye yatırmayı ya da Rusya’yla yakınlaşmayı ABD’ye karşı bir koz olarak kullanmayı tasarlıyor demektir. Eğer çatışma kontrol altına alınıyorsa o halde Rusya ve ABD halihazırda anlaştı ve Türkiye şimdi bu anlaşmaya uygun ağır ağır pozisyon değiştirmeye başladı. Her iki durumda da Erdoğan idaresi PYD’ye ilişkin politikasında güçlenmeyi arzuluyor. Abdülkadir Selvi durumu şöyle özetlemiş: “Türkiye ile Rusya tam olarak anlaşmasa da Türkiye, Rusya ve İran’ın oluşturacağı güçbirliği, Suriye’nin bölünmesi planını engelleyebilir. Bu durumda Esed’le ilgili itirazlarımızı sürdüreceğiz ama görünen o ki, Suriye’nin bölünmemesi daha önce geliyor (Hürriyet, 01.06.2016)”. Yani Suriye’de öncelik “PYD’yle mücadele” haline gelmiş durumda.
Bütün bu gelişmeler PKK’nin Rus füzesiyle helikopter düşürdüğü, PYD’nin ABD’yle Rakka’ya operasyon düzenlediği, Türkiye’nin ABD’ye yaptığı ortak Cerablus teklifinin cevapsız kaldığı ve Suudi Arabistan himayesinde oluşan Suriyeli muhalifler koalisyonunun temsilcisi Muhammed Alluş’un istifa ettiği bir bağlamda gerçekleşti. Irak ve Suriye’de yeni bir sürece giriliyor. O bakımdan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un dediği gibi “Dış politika değişikliği zaruri”. Yani el mecbur. O zaman diplomatik manevranın şahı Kraliçe Elizabeth rolündeki Cate Blanchett’e bağlanalım: “Patlat oğlum oradan bi volta!”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa