08 Haziran 2016 00:58

‘Süt’, ‘kan’, ‘köken’, ırkçılık, dincilik ve çifte standart

‘Süt’, ‘kan’, ‘köken’, ırkçılık, dincilik ve çifte standart

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Muhammed Ali’nin cuma günü yapılacak defin törenine katılmak için ABD’ye gideceği açıklandı.

Evet Muhammed Ali elbette, dünyanın en büyük emperyalist gücüne kafa tutmuş, “Dünyanın tüm yoksulları için dövüşüyorum. Benim yenilmemem lazım” demiş bir mücadele adamı olarak, cenazesine imkanı olan herkesin katılmasını hak eden bir insandı. Bunda kuşku yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu cenazeye katılmasının elbette ki, tartışılacak bir yanı yoktur.

AKLA GELEN YANITI BELLİ SORULAR 

Ancak yandaş medya ve AKP sözcülerinin açıklamalarına bakıldığında, ister istemez insanın aklına şu sorular da geliyor:

* Eğer Muhammed Ali, Amerikan siyahi haklar savunuculuğunu, insan hakçılığını, en önemlisi de Vietnam savaşına katılmayı, bu amaçla askere alınmayı reddetseydi, bunları Muhammed Ali olarak değil de Hıristiyan Casius Clay olarak yapsaydı (ya da ateist, Zerdüşt M. Ali... gibi başka dinden olsaydı), Erdoğan Muhammed Ali’nin cenazesine katılır mıydı?

* Eğer Muhammed Ali, Türkiye’de yaşıyor olsa ve ezilen halkların, inançların haklarını savunsa, örneğin Kürtlerin hakları ve Alevilerin inanç özgürlüğüne dair taleplerinin yanında yer alsa, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin kendisini askere alıp istemediği bir cepheye (Örneğin Kürtlere yönelik operasyonlara, Kıbrıs’a ya da herhangi bir ülkeye karşı açılmış bir savaşa) gönderme isteğine “hayır” diyerek asker olmayı reddetseydi; AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Muhammet Ali’ye nasıl muamele ederdi. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da yapılacak vatandaş Muhammed Ali’nin cenaze törenine katılır mıydı? Soruyu biraz daha genişletip soralım; cenaze namazına “yandaş  medya” ve yandaş medyanın “yancısı” sermaye medyasında Muhammed Ali için yazılan onca övgünün bir satırı bile yazılır mıydı?

Doğrusu iki sorunun da yanıtını insan merak ediyor. Hem de gerçek yanıtının ne olduğunu bilerek!

ÖRNEKLER ÖNÜMÜZDEYKEN...

Peki nasıl biliyoruz bu sorunun yanıtlarını?

Örnekler çok çarpıcı üstelik de pek taze olduğu için! Daha birkaç gün önce Almanya Federal Meclisinde “Osmanlı İmparatorluğu Ermeni Soykırımı yapmıştır” önergesine “evet” oyu veren 11 Türkiye kökenli Almanya milletvekilinin çarmıha gerilmesinden biliyoruz.

Oysa bu milletvekilleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından yıllar önce çıkmış, yaşamlarının büyük bölümünü (çoğu da bütününü) Almanya’da geçirmiş, Alman okullarında okuyup, o kültürle yetişmiş olmasına karşın illa da “Türktürler” vurgusuyla, Türkiye’nin Almanya parlamentosunda sözcülüğünü yapmadılar diye hedefe konarak lanetlenmektedirler. Üstelik bu teşhir kampanyası sadece medya aracılığı ile de yapılmıyor. Adalet Bakanı Bozdağ, “Bunların sütü bozuk” derken, Cumhurbaşkanı; “Kanlarını laboratuvara götürüp analiz ettirmek gerek” diyerek, “süt”le, “kan”la “Türklük” arasında ilişki kurarak kampanyaya liderlik etmektedirler. 

Oysa bu kişiler Türkiye’nin dış ya da iç politikasına destek olmak için oraya seçilmemişlerdir. Tersine bu kişiler, Almanya vatandaşıdırlar ve Alman, Türk, Polonyalı, Macar, Yunan, İtalyan, İspanyol... her kökenden Alman vatandaşının oylarıyla seçilmişlerdir. Bu yüzden de bu vekiller, bir yandan temsil ettikleri topululuğun, öte yandan da vicdanlarının sesine uyarak (En azından teorik olarak) oy kullanacaklardır. Burada Türkiye’nin hükümeti bizim oyumuzun renginden hoşlanıp hoşlanmıyor gibi bir kaygılarının olmasını beklemenin anlamı yoktur.

Örneğin TBMM’de Alman ya da İngiliz kökenli milletvekili olsa, İngiltere ve Almanya’nın politikaları aleyhine oy kullansalar; bu kişilerin İngiltere ve Almanya’da hedefe konup “linç edilmesini” nasıl karşılardık?

Ama kılavuz alınan “kökenden olma” ırkçı bir yorumla ele alınınca, yabancı bir ülkedeki her Türk kökenli kişi orada Türkiye’nin misyoneri, “Türkiye’nin savunucusu” olarak görülüp ona göre muamele edilmektedir. Oysa karşı taraf da böyle görse; o zaman onlar da her Türkiye kökenli Almanya vatandaşını Türkiye’nin misyoneri, hatta “casusu” olarak görürdü!

HER ÜLKENİN ‘ÇİFTE STANDART’I OLMASI SİZİ HAKLI ÇIKARMAZ!

Elbette ABD’de de, Almanya’da da, AB’de de...Türkiye’de de sermaye politikacıları iki yüzlü; politik tutumları da “çifte standartlı”dır. Bu yüzden de sermaye politikacıları, yukarıdaki soruların doğru yanıtlarını belki bizden bile iyi bilirler. Ama bu işlerine gelmez. Bu yüzden de bu türden ırkçılık ve dincilik (milliyetçilik ve mezhepçilik) istismarcılığı üstünden yürütülen kampanyalar tamamen iç politikaya yöneliktir. Muhammed Ali’nin cenazesine katılma da, 11 Almanya milletvekilinin “Türk kökenli sütü bozuklar”, “kanı bozuk hainler” olarak hedefe konması da tamamen Türkiye’nin içine yöneliktir ve halkın çoğunluğunun hükümetin arkasında birleşmesini sağlama amaçlıdır.

Muhammed Ali çifte standartlı olmayı reddettiği için yaşadığı dünyada ve ezilenlerin gönlünde derin izler bıraktı. İki yüzlü sermaye politikacıları ise bir yüzleriyle onun için ağlarken öteki yüzleriyle de sevinmektedirler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa