09 Haziran 2016 00:57

Manevranın ekonomi politiği

Manevranın ekonomi politiği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

ABD’nin Rakka operasyonunda YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleriyle iş birliği yapmasının üstüne Putin’in göz kırpmasıyla başlayan Rusya-Türkiye yakınlaşmasını sadece Suriye politikasına bağlamak yanıltıcı olur. Daha doğrusu hem Suriye ve hem Rusya politikalarının arasındaki ilk bakışta göze çarpmayan bir içsel bağıntıyı gözden kaçırmak anlamına gelir.

Erdoğan yönetiminin Suriye politikasında bir değişikliğe gitmesine vesile olan gelişme kuşkusuz Suriye’de sahadaki gelişmelerdir. Bir süredir Rusya ve ABD arasında denge siyaseti izleyen PYD’nin kara harekatında ABD’yle iş birliğine gitmesi Putin açısından Kürtleri kendine mecbur edecek bir koza ihtiyaç doğurdu. Eğer daha önce bahsettiğimiz gibi ABD ve Rusya’nın Suriye’deki etki alanları üzerinde anlaştıklarını varsayarsak bu koz ABD’yi rahatsız edecek bir gelişme değil -en azından şimdilik-. Tersine uçak krizinde olduğu gibi Rusya ve Türkiye arasındaki gerilimin tırmanması NATO’nun Suriye stratejisinin ABD’nin kontrolünden çıkması tehlikesini barındırdığı için ABD açısından arzulanır bir gelişme değildi. Bu açıdan Putin ve Erdoğan idarelerinin arasındaki ilişkinin yumuşaması ABD için olumlu bir gelişme -tekrarlayalım: Şimdilik-!

Ancak bu yakınlaşmanın farklı bir boyutu var. Türkiye’nin gerek Suriye politikası gerek Rusya politikasının temel belirleyeni sermaye birikim süreci. İktidara geldiğinden beri AKP’nin başlıca vaadi sermaye birikimini daha ileri bir seviyeye ulaştırmak ve Türkiye’yi içinde bulunduğu devletler liginden bir üst lige çıkartmaktı. Gündelik dilde buna orta gelir tuzağından çıkmak. Erinç Yeldan, Kamil Taşcı, Ebru Voyvoda ve Mehmet Emin Özsan’ın Türkonfed için hazırladığı rapora göre: “Dünya Bankasının 2012 yılı tahminlerine göre, 1960 yılında sayısı 101 olan orta gelirli ülkeden, 2008 yılında, 2005 satın alma gücü paritesine (SAGP) göre kişi başına 17 bin ABD doları seviyesini aşabilmiş, yani orta gelir tuzağından kurtulmuş ülke sayısı sadece 13’tür. Bunlar: Ekvator Ginesi, Yunanistan, Hong Kong, İrlanda, İsrail, Japonya, Mauritius, Portekiz, Porto Riko, Kore, Singapur, İspanya ve Taiwan’dır”. Orta gelir tuzağından çıkabilmek için AB yolunun tıkandığı, katma değeri yüksek ürünler üretebilmek için gerekli yatırımlar için zamanın çoktan geçtiği, iş gücü niteliğinin rekabet gücünü yitirdiği bir süreçte Türkiye’nin olduğu yere saplandığı açıktır. Bu durumda ne yapılacaktır? Devletin öncülüğünde rant sağlayıp, ilkel sermaye birikimine yönelmek dışında burjuvazinin çıkar yolu gözükmemektedir. Dolayısıyla ülkemizdeki rant ekonomisi, AKP merkantilizmi, Ortadoğu ve Rusya politikaları bu temelde şekillenmektedir. Erdoğan’ın başkanlık arzusunun dayandığı en önemli iddianın bu birikimi gerçekleştirmek için tek bir elden yönetilen bir devlet yapısının zorunluluğu olması bir tesadüf değildir. Bireyler olarak sermayedarlar ne kadar muhalif, eleştirel olursa olsun gerek bugünkü rejim gerek dış politika Erdoğan’ın kişisel hırslarıyla değil, sermaye birikiminin gereksinimleriyle açıklanabilir. Başka bir ifadeyle, Erdoğanizm sermayenin bugünkü idari biçimidir.

Rusya politikasına dönecek olursak: Burjuvazinin bugün için önündeki tek çıkar yol Avrupa’nın enerji tedarikçisi haline gelmektedir. Bu bizim dünya iş bölümündeki yerimize uygundur: tedarikçilik, depoculuk, ulaştırmacılık, simsarlık. Hem dış politikamız hem ekonomi politikamızın temel belirleyeni budur. Bu açıdan Putin’in Güney Akım önerisi -yani Rus doğalgazını Bulgaristan yerine Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırma projesi- sermaye birikiminin dar boğazı için tek çıkar yoldur. Peki bu proje Türkiye’nin başını ABD’yle belaya sokar mı? Onun için Bulgaristan’ın projeye neden hayır dediğini bilmek lazım. Devam edeceğiz. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa