12 Haziran 2016 00:24

İpin ucu kaçtı mı?

İpin ucu kaçtı mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz yıl 7 Haziran seçimi öncesi Yüzde 10 Mecmua’ya yazmıştım, artık söylemi iktidar değil muhalefet belirliyor diye. Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” demeci söylem hâkimiyetini iktidarın elinden aldı. Seçim sonuçları da aslında bir kısmıyla bu söylem iktidarının devrilmesini yansıtıyordu. 7 Haziran’dan sonra önce Suruç Katliamı ardından başlayan çatışmalar ve en son 10 Ekim Katliamı muhalefeti bir anlamda sindirdi. Barış isteyenler, anlaşılabilir sebeplerle, geri çekilerek yas tutmayı tercih ettiler. Bilinen hikayedir Amerika – İspanya savaşı sırasında dönemin en büyük medya sahiplerinden ve ‘yellow journalism’ yani sansasyonel haberciliğin kalelerinden biri olan New York Journal’in sahibi William Randolph Hearst, 1897’de muhabiri Frederic Remington’ı Küba’ya yollar. Remington mesaj atar “Burası sakin, herhangi bir sorun yok, savaş olmayacak, dönmek istiyorum” diye. Hearst cevap verir, “Lütfen kal, sen fotoğrafları çek ben savaşı çıkartacağım.”

Yukarıdaki hikâye savaşta medyanın nasıl propaganda aracına dönüştüğüne örnek. Savaş ve çatışma ortamları kuralsızlığın kanunsuzluğun yerleşmesi için gerekli zemini sağlar. Medya burada önemli işlevler görür. Sürekli olarak topluma neyin önemli olduğunu, ne hakkında konuşmamız gerektiğini söyler. Diğer konuların önemsiz olduğu izlenimi yaratır. Yıllardır bitmeyen “içinde bulunduğumuz hassas dönem” ile başlayan demeçleri hatırlarsınız. Artık mizah konusu olduğundan çok fazla kullanılmıyor. Kuralsızlığın, hukuksuzluğun artması beraberinde buna alışmayı da getiriyor. İpin ucu zaten kaçtı düşüncesi geçtiğimiz günlerde Ümit Kıvanç’ın da ifade ettiği gibi olana bitene şaşırmamayı, kabullenmeyi normalleştiriyor, sonucu ise çaresizlik.

Uzun bir süredir gündem yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demeçleriyle belirleniyor. Eviyle ilgilenmeyen, çocuk doğurmayan kadın yarımdır diyor, Ermeni soykırımını tanıyan Alman Federal Meclisi’nden Cem Özdemir’den kan testi istiyor, Adalet Bakanı yekten “kanı bozuk” diyor. Akademisyenleri hainlikle suçluyor. Her konuşması onlarca kanaldan canlı yayınlanıyor. Yetmiyor tartışma programları buna ayrılıyor. Konuşmalarından feyiz alıp hedef gösterdiklerine saldırmaya hazır geniş bir yazar grubu var.

Diğer taraftan elindeki medya gücünün pazarda bir karşılığı yok. Geçtiğimiz hafta “yandaş” bir Twitter hesabından hükümetin doğrudan kontrol ettiği gazetelerin tirajları ifşa edildi. Hemen hepsi ilan edilen rakamlardan çok farklı, çoğu yerlerde sürünüyor. Anlaşılan o ki kimse para verip o gazeteleri okumuyor. Tirajların yüksek gösterilme nedeni resmi ilandan daha fazla pay almak. Tiraj raporları kimden alınıyor? İki dağıtımcı şirket var, biri Doğan Grubu’na diğeri Turkuvaz Grubu’na ait. Kimse denetlemiyor. Komisyonunu alan razı, veren resmi ilandan zaten nemalanıyor.Burada tirajlarını olduğundan fazla gösteren gazeteler, bu usulsüzlüğe çıkarları için ortak olan dağıtım şirketleri kadar resmi ilan dağıtımını yapan Basın İlan Kurumu da sorumlu. Bu aldatmaca yıllardır devam etmesine rağmen kimsenin sesi çıkmıyor.

Bunun karşısında sesini geniş kitlelere duyurabilenler söylemlerini Erdoğan ya da AKP eleştirisi üzerine kuranlar... Kimi ana akımda tartışma programlarına reyting sağlıyor, kimi yazılarında “ne kadar sıkı” karşılıklar verdiği üzerinden popüler oluyor. “İktidara manşetlerden sövüyorlar”la anılan, olmayan basın özgürlüğünün kanıtı gibi ve de nedense hiçbir baskıyla karşılaşmayan bir-iki gazete adeta halkın bir kısmının içini soğutmak için varlar.

NEYİN MÜCADELESİNİ VERİYORUZ?

İktidarın özellikle de Erdoğan’ın söylemdeki iktidarının bir sorumlusu da kuşkusuz muhalefet partileri. HDP zaten CHP’nin de desteği ile meclis dışına itiliyor, yalnız bırakılıyor, medyadan dışlanıyor. Kalanların ise cevap yetiştirmekten başka dertleri yok gibi.
Yeni şeyler söylemek için odağı insanlardan değerlere çevirmek gerekiyor. Neyin mücadelesini veriyoruz Erdoğan’a karşı direnmenin mi? Sistemin etik kurallar değil insana endeksli hale gelmesi hepimizi sarsıyor. Bir hukuk devletinde herkes kurallara uymak zorunda. Üniversite diploması olmayan bir insan cumhurbaşkanı olabilir, bununla ilgili kanunlar değişebilir ancak iddia edilenler doğruysa, evrakta sahtecilik ya da kanunlara uymamak suçtur. Hukuksuzluğa, etik kuralların ihlaline alkış tutan insanların olması bunu değiştirmez.
Bunlar yalnızca siyasette değil her alanda içine düştüğümüz durum. Örneğin geçtiğimiz hafta  “Allah’a şükürler olsun ki evim yıkıldı. Eğer o evde kalsaydık ve o ev bu süreçten sağlam çıksaydı ne namusumuz kalırdı ne de geleceğimiz” alıntısıyla yalan haber yapan Star gazetesinden Kemal Gümüş’e gazeteciler olarak diyecek bir sözümüz, bir yaptırımımız olmalı. Hürriyet’in 5 Haziran’da yaptığı, yakalanan “terörist Deniz A.“nın ifadeleri dışında hiçbir kaynağa yer verilmediği Tahir Elçi cinayetiyle ilgili “Uğur vurdu” haberini görünce 1998’deki Andıç skandalını hatırlatmalıyız.

Sorunumuz aslında yerleştirilmeye çalışılan yeni değerler ya da değersizlikler sistemi. Söylemi başka yerden ve daha güçlü kurmamız gerek, hayal ettiğimiz ülkeye kavuşmak ancak evrensel değerler ve kurallara sahip çıkmakla mümkün, “en sert cevapları” verenle teselli bulmaya ya da çaresizlik içinde kıvranmaya mahkûm değiliz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa