'Kıyamete kadar savaş' meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Kimler ne derlerse desinler, kimler hangi folluklarda neler yumurtlarsa yumurtlasınlar, ya da kendini bilmez hangi gafiller hangi taraklarda ne türden bezler dokurlarsa dokusunlar, yine de Diyarbakır Gavur Mahallesi’nde hasbelkader doğmuş bir “vatandaş” olarak kendi payıma diyeceğim şu ki; memleketimizin “hali ve ahval”i, her geçen günün ardından çok daha güzel ufuklara, çok daha müreffeh kulvarlara doğru yelken açıyor elhamdülillah!..
“Yerli ve milli” hasletlerle yoğrulmuş halkımızın yarısından bir gıdım daha fazlasının bu konudaki fikirleri, düşünceleri de çok şükür tıpkı özüm gibi aynı minvaldeyken, diğer yandan da kimileri “çapulcu”, kimileri “sütü bozuk” veya “cinsi cibilliyeti, soyu sopu” musakka, mücver, humus, türlü gibi ne türden, hangi kökenden geldikleri meçhul olanlara göre de, memleketin hali nereden bakarsan bak, hangi kantarda tartarsan tart kelimenin tam anlamıyla ağlanacak haldeyiz ama ne yazık ki ağlayanımız mafiş!
Kirvem, kusuruma bakma, cahilliğime ver ama “ağlayanımız yok” diyen bu “saftorik”lerle, akılları bir karış, üç santimi geçmeyen bu andavallı zavallılarla zerre kadar aynı fikirde değilim; çünkü memleket sathında hemen her konuda ağlayanımız, feryat figan bağıranımız öylesine çok, hatta fevkaledenin fevkinde maalesef öylesine bol ki, bunun çetelesini tutup, bu faslın mizanını çıkarmak neredeyse mümkün değil!
Nitekim Anadolu denen bu coğrafyada, yani “ana”ların hayli bereketli olduğu bu diyarlarda, keza “Taşına toprağına bin can feda ettiğimiz” bu cennet “vatan”ımızda; mesela bir asır, örneğin yüzyıl öncesinde ecdadımızdan baki kalan eski defterleri hiç mi hiç kurcalamadan, sadece ve sadece şu son otuz yıl içinde kimilerine göre “düşük yoğunluklu”, kimilerine göre de giderek “iç savaş” boyutlarını zorlayan bu zaman diliminde acaba hangi gecekondularda, hangi mezralarda ya da sayıları tek tük de olsa hangi gökdelenlerin “dört artı bir” veya deniz manzaralı “dubleks” dairelerinden birinde oturan analarımızın gözyaşı sel olup akmadı ya da hâlâ akmıyor ki!
Tamam! Madem ki Tanrı’nın, madem ki yüce Rabbimizin huzurunda, üstelik tam da şu günlerde “on bir ayın sultanı” mübarek ramazanda oruçlu ağzımızla yalan dolana bulaşmadan sadece gerçekleri dillendirmemiz gerekiyor, ehh o zaman yine kendi adıma ve tüm “gavur”luğuma rağmen illa da “eğriye eğri, doğruya doğru” babında iki lakırdı etmem gerekirse kanaatim odur ki, şu güzelim ülkemizde gözü yaşlı analarımızdan çok daha fazlasıyla ağlayıp, dolayısıyla “sözde” gözyaşı döken “timsah”larımızın bini bir para!
Bir zamanlar hesapça “analarımız ağlamasın” deyu yola çıkıp, akabinde de içi, içeriği kof bir cevizden farksız kırk çeşit “açılım”larla, seksen türlü “paket”lerle, “Avrupa Birliği yolunun Diyarbakır’dan geçtiğine” dair coğrafi kodlamalarla, “Kürt realitesini tanıyoruz” gibi tamlamalarla bir taraftan ömür tüketirken, diğer yandan da bütün bu hamasi, bütün bu cıvık cıvık, bir o kadar da samimiyetten yana miskal kadar nasibini almayan bu ifadelerle oyalana oyalana, debelene debelene eninde sonunda gele gele nereye, hangi kayaya mı tosladık?
Adres basit: Hepsi de bu ülkenin evlatları olan, çoğunluğu tıfıl tıfıl, kimilerinin neredeyse henüz bıyığı yeni yeni terlemeye başlamış bilumum gençlerimizin, delikanlılarımızın yanı sıra, keza kimileri telli duvaklı gelin olmayı düşlerken yolları dağlara düşmüş gencecik kızlarımızın hayallerine kan doğrayıp, sonra da bugün bu saat hâlâ aynı tatara titiri makamında vatan, millet, birlik, beraberlikten yana bayat çay demlerken, acaba bunca zamandan beri neyi paylaşamadık veya paylaşamıyoruz mirim!
Tuhaf, tuhaf olduğu kadar gerçekten de trajik olan şu ki; özellikle son yıllarda meydanlarda, sokak aralarında kurduğumuz iftar sofralarında bir lokmacık ekmeğimizi “al gülüm ver gülüm” bonkörlüğüyle bölüp, sevgimizi birbirlerimizle paylaşıp kardeşlikten dem vuruyoruz ama öte taraftan da memleket sathında hep beraber önce “Ağlarsa anam ağlar” türküsünü çığırıp, ardından da anlı şanlı birer zatı “devletlu”lar olarak, ağlayan analarımızın gözyaşlarının dinmesi için “çare”yi kıyamete kadar savaşta ararken, belki de farkında olmadan acaba aciz-liğimizi mi sergiliyoruz, kim bilir Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30