26 Haziran 2016 03:32

Ramazan Demir için başıbozuk alıştırma

Ramazan Demir için başıbozuk alıştırma

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şimdi, bu yazıya oturmadan evvel Marc Nichanian’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Edebiyat ve Felaket’ine elim gitmeliymiş gibi düşündüm. Kalktım, evin içinde dört dönerek kitabı aradım, bulamadım. Ararken de muhtelif kitaba şöyle alıp baktım, yazı için kitap aradığım zamanlarda hep yaptığım gibi. Roland Barthes’ın Yas Günlüğü’nü açtım mesela. Ağustos 2009’da almışım Ankara’dan, ilk sayfasındaki imza onu söylüyor. Arjen Arî’nin Evrensel Basım Yayın’dan çıkan iki kitabına şöyle bir baktım: Heftê û du Nefî ile Xasenezer. Heftê u du Nefî’nin kimi şiirlerine tekrar baktım, birkaçına notlar düşmüştüm, belki çevirsem mi diye. Getirdim koydum masanın üstüne. Cemal Süreya’nın 99 Yüz’ünü kim bilir kaçıncı defadır çektim raftan, kim bilir kaçıncı defadır ilk portre olan Turgut Özal’ı okudum. Bilhassa şu kısmın daimi güncelliğine bir daha şaşırdım:

“Demirel’in karikatürü; ama onun cücesi değil, devi. Kısmi seçimlerden sonra kendi kendisinin karikatürü. ‘Kırk Haramiler’i bir sıfır atarak ‘Dört Eğilimler’e düşürdü. Böylece TL’den üç sıfır atma olanağı da elde etti. Bu da gösteriyor ki, elimizdeki kitap Binbir Gece Masalları’nın Washington baskısı olabilir. Ya da Chicago... Biraz da İngiliz Keynes’i okumuş, belli. Bunu herkes bilsin diye, her gün sokaklar kazdırıyor. Ama hep aynı sokakları. Asıl işi inandırmak. Neye mi? Bizdeki erozyonun başka ülkelerin topraklarında alüvyona dönüşmesinin iyi bir şey olduğuna. [4 Ocak 1987]”

Sonra, kaç zamandır okuyayım diye kenarda tuttuğum Aşiret ve İsyan – Batı’nın Kürt Algısı kitabını şöyle çevirdim elimde. Nuri Fırat’ın Avesta Yayınları’ndan çıkan araştırma kitabı. Avesta’nın Diyarbakır deposu geçenlerde yakıldı ve fail falan hak getire. Düşündüm, öfkelendim, bakınmaya devam etti. Sancı [nasıl başlasam, ne yazsam] devam ediyordu. Canım Necati Tosuner’in Sancı Sancı’sını çekti ama bulmak ne mümkün. Edebiyat ve Felaket de ortalarda yok. Nurdan Gürbilek’in kitaplarından birinde geçiyordu dedim, iki Gürbilek kitabı yan yana. Bakarken gene ayak üstü okumanın ayıp olacağı hissini de kovamadan, iki makale okudum Mağdurun Dili’nden. Aradığım orada da değildi. Olsun.

Nihayet, başına geçtim masanın. Dedim ben Ramazan’dan bahsedeceğim, hatta Ramazan’a mektup yazacağım bir yazı için niye illa o kitaba (yahut bir kitaba) mecburum? Zaten değilim ama kimi yazılar böyledir. Yazılamaması da yazının kendisi oluverir.

Oturdum bianet’te yayınlanan “Çocukluğumuzdaki Dut Ağacı Artık Yok” yazısını okudum Ramazan’ın.

“1992’de tank kullanılmamasına hayıflanırcasına, bazı evlerin duvarlarında geçmişten kalan kurşun deliklerini tank mermileri ile genişleterek, çocukların oynadığı sokaklara ve o zamanki çocuklara bomba yağdırarak her gün…

90’lar boyunca tarumar ettikleri çocukluğumuzun anılarını siliyorlar şimdi, anıların sahipleriyle beraber.

Düz bir ovada, bir ağacın gölgesinde başlamıştı her şey… Bugün o dut ağacının gölgesinde, dallarında büyüyen çocuklarla devam ediyor. Öyle ya, bu mahşere bırakılmayacak bir hesap…”

Ardına pek bir şey diyemeyeceğim hissiyle kalakaldım öyle.

Ramazan Demir, avukat, kuşakdaşım, yaşıtım. Şırnaklı. Yazısının altındaki kısa özgeçmişinde şunlar yazıyor: Özgürlükçü Hukukçular Derneği Yönetim Kurulu Üyesi. İnsan Hakları alanında çalışıyor. Ramazan Demir, 6 Nisan 2016’dan beri cezaevinde.

Geçtiğimiz günlerde hakim karşısına çıktı aynı davadan yargılanan arkadaşlarla. Birçok insan, en azından bu gazetenin okuru olan birçok insan Ramazan’ın savunmasını okumuştur diye tahmin ediyorum. Ben bu yazıyı, bir arkadaşı özlemek üzerinden yazmak istemiştim; birkaç rakı sofrası, ailelerimizden söz ettiğimiz bir gün, kardeşimle tanışması ve canım Kürtçesiyle bizim Sülo’yla konuştuğu Beşiktaş gecesi, haziran seçimi sonrası gecenin bir vakti kalkıp bizimkilerin olduğu yere Beyoğlu’na gitmem ve neredeyse şafak sökmüşken çektiğimiz halay, akabinde çok hasta olduğum bir halı saha maçına gelmeyişine ettiğim sitem, başka bir halı saha maçımız, ta ne zaman Yeniköy taraflarında bir yerde aynı masada olduğumuzu yıllar sonra anımsamam, çocukluklarımız, ona yazdığım mektubu bir türlü yollayamamam... Diyemeyecekmişim gönlümce, elimin gittiği kitaplar da boşa değilmiş, hepsinin aslında Ramazan’la da alakası varmış.

Belki bir gün suhuletle mesafe kaydedersem olan bitene, Ramazan’ın portresini yazarım. Sonra okur ve güleriz Beşiktaş’ta. Adaşım Bakırköy Newroz’u sonrası gözaltındayken onu arayıp, “Ramazan ben gözaltında mıyım?” diye soruşumla da o dalga geçer.

Akif Kurtuluş “Ödünç cesaretlerle” şiirinin sonunda “her gün bileklerimi daha fazla yaklaştırıyorum güneşe/ ancak böyle şakalar yatıştırıyor alkışlarla yaralı ruhumu” der. Ramazan çıksa da, şakalarla birbirimizi yatıştıramasak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa