28 Haziran 2016 00:42

Almaya geldik hocam!

Almaya geldik hocam!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1990’lı yıllarda Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nı merakla beklerdik. O zamanların iyi programlarından biriydi. Bir programda Ahmet Kaya’nın söyledikleri yakın zamanda sosyal medyada yeniden paylaşıldı: “Nedir bu köy yanmaları, niçin bu insanlar sürgüne zorlanmışlardır. Mersin’e gittiniz mi? Tuncelili dolu” diyordu Ahmet Kaya. O program itibariyle hain ilan edilmiş miydi hatırlamıyorum, belki de öncesiydi.
1990’lı yıllar ülkenin doğusunda iç savaşın olduğu yıllardı. Her gün ya güvenlik güçleri teröristleri “ölü ele geçiyor” ya da teröristlerce öldürülen güvenlik güçlerinin adları sayılıyordu televizyonlarda.
Hikayenin sonunu biliyorsunuz, on binlerce canın kaybıyla sonuçlandı. Toplum sağlığı açısından ise Türkiye tarihinde ilk kez bir bölgede bebek ölüm hızı artmıştı. Ahmet Kaya’nın dediği gibi insanlar sürgün edilmiş, yerinden yurdundan olmuştu. İnsanlar çöplüklerde yiyecek arıyordu. Ve bundan sonra da hiç bir zaman eskisi gibi olamadılar. Resmi rakamlar 700-800 bin kişi güvenli bölgelere yerleştirildi diyordu. Gerçekte ise 5 milyon insan yerinden olmuştu.
Türkiye’nin batısında yaşayan biri olarak, bilgim haberlerde bize iletilenlerle sınırlıydı. Ta ki 2000 yılında bir görev nedeniyle gittiğim illerde yıkılmış, yakılmış ve harabeye dönmüş köyleri görene kadar.
2000 kaç yılı tam hatırlamıyorum, Barış Manço Kültür Merkezi’nde bir konuşmaya davetliydim. Konu yerinden edilmeler ve zorunlu göçün sonuçları idi. Ben halk sağlığı üzerine etkilerinden bahsedecektim. Diğer bir panelist Şebnem Korur Fincancı da insan hakları ihlallerini konuşacaktı. Panel öncesi ve sonrası Kültür Merkezinin kafesinde Şebnem Abla ile birlikte takıldık, lafladık.İşte bu panel Şebnem Abla’yı yakından tanıma şansım oldu.
******
Şebnem Abla, bir yiğit kadın. Bu insanlığın yüz karası olan her yerde insanlığı koruma derdinde. Aslında hepimizin adına. Senin benim insanlığım, nefret yüklü olanların, beter olsun diyenlerin dahil.
Bosna’da toplu mezarların başında, Gazze’de, Bahreyn’de işkencenin peşinde, Cizre’de vahşet bodrumlarında... Elimde bir çene kemiği tutuyorum, bu bir çocuk diye haykırıyordu vahşet bodrumundan.
Cumartesi günü Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nin önündeydik. Halimiz pür telaş, ellerde tutsaklarımızın resimleri, sohbetler ediliyor. Şebnem Abla bize posterlerden hınzırca gülümsüyor.
Ülkenin her yerinden -deyim yerindeyse yememiş içmemiş- kalkıp gelmiş canlar vardı. Belki de tutsaklarımızı değil birbirimizi yalnız bırakmıyorduk. Onca kalabalık ve gürültü arasında nemli gözler... “Haksızlık bu” diye sessizce bakışıyorduk. Gözyaşları kimimizin içimize kimimizin dışına akıyordu. Bizim durumumuzu anlamış gibi Şebnem Abla’dan mesaj geldi: “Dostlar üzülmemeli, sessiz kalmak ihanet olurdu.”
Şarkılar söyleniyor: “Seni almaya geldik Hocam” diye. Balonlar uçuruluyor, belki görür diye.
Bir yandan da düşünüyorum. Nasıl verecekler bunun hesabını? Bunun hesabı sorulmayacak mı? Siz ki memleketin en önde gelen insan hakları savunucusu, bilim insanı hatta Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanını  tutuklamışsınız. Tarih yazıyor, zaman akıyor, gücümüz birikiyor. Sahi nasıl vereceksiniz bunun hesabını?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa