02 Temmuz 2016 01:00

Neden karartılmak isteniyor?

Neden karartılmak isteniyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hayatın Sesi’nin (Ve benzer baskı mekanizmalarıyla karşı karşıya kalan haber mecralarının) karartılmak istenmesinin birden fazla nedeni var. En doğrudan sebep, gerçek haberin okuyucuya, izleyiciye ulaşmasının istenmemesi. ‘Lice’de neler oluyor?’, ‘Cizre’de, Sur’da yaşananların hesabı ne olacak?’, ‘IŞİD saldırılarında alması gerekenler sorumluluğu ne zaman üstüne alacak?’ gibi en temel soruları soran gazetecilik, savaş kültürü ve çatışmanın beslediği siyasal hattın doğal olarak düşmanı.
Ama Hayatın Sesi’nin karartılmak istenmesinin tek nedeni bu değil. Mesela; Hayat TV’nin ekonomik modeli, hakim medya sahiplik yapısına koca bir çentiktir. Milyonerlerin değil, milyonların sesi sloganı boşuna değil, Hayat TV dokuz yıl önce işçilerin, kadınların, mazlumların elden avuçtan arttırdıklarıyla kurulmuş, bugüne kadar da öyle devam etmiş, holdinglere yaslanmadan, siyasetle birlikte semirmeden var olunabileceğini ispat etmiştir. Bu nedenle karartılmak isteniyor.

Hayatın Sesi sadece ses açtığı, kamerayı çevirdiği kesimler ve olaylar üzerinden değil, haber türü ile kurduğu ilişkinin biçimi ile de egemen söyleme kocaman bir delik açıyor. Bu egemen söylemde haber bir tür olarak erildir, beyazdır; tarafsız ve dışlayıcıdır. Oysa ki tarafsızlık, güçlü olanın gücünü sürdürmesini garantilemenin başat araçlarından biri. Hayatın Sesi’nin habercilik anlayışında taraf olmak ve tarafını doğrudan kucaklayarak habercilik pratiğini onun üzerine inşa etmek var. Bu yaklaşım, tarafsızlık yalanını da deşifre eden bir yaklaşımdır. İşte bu yüzden Hayatın Sesi karartılmak isteniyor.

Peki nasıl çıkılacak bu mengeneden? Dayanışma bugünlerde sık duyduğumuz kelimelerden. İçi boş bir laf olarak değil; hem tarihsel olarak hem de bugün altı doldurulmuş bir eylemlilik hali olarak dayanışmadan bahsediyorum. Hayat TV’nin 2008 ve 2013’te karşı karşıya kaldığı karartılma tehlikelerini dayanışmayla defettiği bir geçmişi var. Hafta boyu gerçekleştirilen ‘kararmasın’ kuşağı bunun devamıydı. Zamanında Metin Göktepe davasını bir hak mücadelesi olarak takip eden ve dönüştürücü rol oynayan gazetecilerin vücut verdiği itirazdan bugün bölgede canları pahasına habercilik yapan meslektaşlarıyla ortaklaşan Haber Nöbeti gazetecilerinin dayanışmasından bahsediyorum. Bu, son derece somut, dinamik ve dönüştürücü bir eylemlilik halidir. Bu halin iktidar odakları için ne kadar korkutucu olduğunu Özgür Gündem’de yayın yönetmenliği nöbeti yapanların karşı karşıya kaldıkları soruşturma ve tutuklamalardan biliyoruz.

Yine de, bu baskı mengenesinden en çok da okuyucunun, izleyicinin haber alma hakkına sahip çıkması ile kurtulmak mümkün. Atatürk havalimanındaki bombalı saldırı sonrası getirilen yayın yasağı ve sosyal medya sansürü ile BTK’nin paylaşımlar konusunda tehdit nitelikli uyarısı bu kadar taze bir deneyimken haber alma hakkına nasıl sahip çıkılacak denebilir. Bugün bu sahip çıkmanın çok daha çeşitli imkanları olduğu da bir gerçek. Özellikle genç kitlenin bu yönde ciddi bir iradesi var. Salt anketler üzerinden gerçekleştirilen araştırmalara şüpheyle yaklaşmakla birlikte, Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsünün son raporu her şeyden çok bu iradeyi ortaya koyuyor. Niteliksel araştırmalarla derinleştirilmesi gereken şu durum bir kez daha sade ve net bir şekilde önümüzde duruyor: Türkiye’de bireyler haber söylemini ciddiye alıyorlar, bu söyleme müdahil oluyorlar, sosyal medyayı bu müdahilliğin zemini olarak kullanıyorlar. Habere, hatta kendi takip ettikleri mecralara dahi güven duymuyorlar, sorgulayarak yaklaşıyorlar, doğrusunu arıyorlar. Bu irade, yurttaşların haber alma hakkına sahip çıkma iradesinin çekirdeği değilse nedir?  
***

DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN ŞEYLER...

Bugün Sivas Katliamı’nın 23. yıl dönümü. 3 Temmuz 1993’te atılan manşetler katliamların örtbas edilmesi, mağdurun suçlulaştırılması, sorumluların sıyırması hatta elini güçlendirerek işin içinden çıkmasında medyanın devamlı rolünü gözler önüne seriyordu. Hürriyet, Tercüman, Milliyet, Meydan; ‘Sivas’ta Aziz Nesin İsyanı,’ ‘Vurun Şu Kafire,’ ‘Şeytan Aziz’ başlıklarını atabilmiş, köşe yazarları doğrudan mağdurları suçlu kılmış, failleri gizlemiş, iktidarın borazanını çalmıştı. Peki bugün olsa durum farklı olur muydu? Bu sorunun cevabı haber almak için nereye bakacağımıza bağlı. Bu kadar basit.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa