07 Temmuz 2016 00:55

Kürtler ABD’nin askeri mi oldu?

Kürtler ABD’nin askeri mi oldu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in Lübnan’da yayımlanan El-Hayat gazetesine Türkiye-Rusya ilişkilerinin “normalleşmesi”nin Rojava’ya etkisiyle ilgili yaptığı değerlendirmeler Türk basınında da yer aldı. Müslim, Türkiye-Rusya ilişkilerinin kendi politikalarını etkilemeyeceğini söylediği değerlendirmesinde “Batı Kürdistan’da (Rojava) 3 ABD üssü var. ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon ve Washington’un desteğine güveniyoruz. Dış dünya ile diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinin önünü açan ve Kürtlere ait ayrı bir bayrak kabulü de dâhil olmak üzere 85 maddeden oluşan bir federal anayasa taslağı hazırlıyoruz.”  diyor.

Her fırsatta Kürtleri ABD işbirlikçisi ilan eden çevrelere göre bu değerlendirme kendilerini doğruluyordu. Bu temelde medyada  “Washington’a güveniyor”, “ABD’nin askeri” gibi görünüşte anti-emperyalist ama özünde Kürt karşıtlığı üzerine kurulu ırkçı-şoven çeşitli değerlendirmeler de yer aldı.

Peki, gerçekten dün “kimsenin askeri olmayız” diyen Salih Müslim (PYD) ABD’nin askeri mi oldu?

Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor: Bölge’de egemenlik mücadelesi halinde olan hemen bütün güçler IŞİD’e karşı mücadele ve Suriye sorununa siyasi çözüm noktasına geldi-ki buna en çok ayak direyen ülke Türkiye idi. Dolayısıyla bu mücadelenin bütün tarafları kendilerini güçlendirecek bir çözüm istiyor ve bu temelde adımlar atmaya çalışıyor. 

Son dönemde ittifakların şekillenmesi bakımından dikkat çekici kimi gelişmeler de yaşanıyor.

İlk önce PYD/YPG’nin öncülüğündeki QSD (Suriye Demokratik Güçleri), Türkiye’nin daha önce “kırmızı çizgi” ilan ettiği Fırat’ın batısındaki Mınbiç’te IŞİD’e karşı operasyonunu sürdürüyor. Bu operasyonla birlikte Müslim’in belirttiği gibi Rojava ve Kuzey Suriye Federasyonuna dayalı bir anayasa taslağı da hazırlanıyor.

Aynı dönemde dikkat çeken bir diğer gelişme de İran rejimi ve PDK-İ Peşmergeleri (İran KDP’si) arasında yaşanan çatışmalar oldu. Bu çatışmalar, İran ve Güney Kürdistan Federe yönetimi arasında da krize yol açmış; İran Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı Serdar Hüseyin Selami, Federe yönetimi “Kürdistan topraklarını yok etmek”le tehdit etmişti. 

Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde Rojava ve Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun ilanından sonra Cezayir’in arabuluculuğunda ve İran’ın da katılımıyla Türkiye-Suriye istihbarat örgütleri arasında görüşmeler yapılmıştı. Ne kadar sonuç alıcı olduğundan bağımsız olarak uzun süren sessizlikten sonra gelen İran’daki çatışma haberleri, Kürtlere karşı görüşme ve girişimlerin devam etmesini beraberinde getirebilir. 

Bu gelişmelere Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Mınbiç konusunda “ABD ile gizli bir askeri anlaşma” yaptıkları açıklamasını da eklemek gerekiyor.

Elbette bu Bölgesel aktörlerin ötesinde sürecin asıl belirleyici güçleri 2011’den beri Suriye üzerinden devam eden kamplaşma ve mücadelenin başını çeken ABD ve Rusya. Bu iki güç, Suriye sorununa siyasi çözüm için uzlaşı arayışı içindeler.

Ancak açıktır ki, mevcut tablo daha şimdiden Rusya’nın Suriye’deki varlığını – Tartus’taki üssünü korumanın ötesinde Lazkiye ve Humus’ta yeni üsler kurdu— koruyacağı ve ayrıca Bölgesel gücünü arttıracağı bir hatta ilerliyor. Buna rağmen Rusya, Bölgesel kamplaşmadan sonra Suriyee’nin ve Bölgenin geleceği bakımından önemli bir güç haline gelen Kürtleri de karşısına almak istemiyor. Bu temelde 2012’den beri Kürtlerle (PYD) diplomatik ilişkiler geliştiren Rusya, bazı noktalarda İran’la anlaşmazlığa düşmesine rağmen ABD’nin etkisini sınırlamak için Kürtlerin Esad-Suriye rejimi ile uzlaşacağı bir çözüm istiyor.

ABD içinse bugün artık ne Türkiye-Katar-S. Arabistan, ne de oluşturulması için defalarca girişimler yapılan “ılımlı muhalifler” üzerinden sonuç almak mümkün görünmüyor. Gerek Obama’nın 2014’te açıkladığı IŞİD ile mücadele stratejisi bakımından ve gerekse Rusya-Suriye rejimini dengelemek bakımından artık pratikte işbirliği yapabileceği Kürtlerin başını çektiği QSD dışında bir seçeneği yok gibi. 

Ancak bu durum ABD’nin Mınbiç operasyonuna razı ettiği Türkiye’yi gözden çıkardığı anlamına da gelmiyor. ABD, kendi stratejisine giderek daha fazla bağlanan Türkiye’yi de gözeten bir çözüm istiyor. Rojava’nın, Türkiye’nin ülke içindeki Kürtlere karşı politikası bakımından da belirleyici bir önemi olduğu göz önüne alındığında ABD, önümüzdeki dönemde Kürtlerle görüşme sürecini yeniden gündeme getirebilir. Elbette böylesi bir sürecin önündeki en büyük handikap, Rojava kantonlarını yıkıp ülke içindeki Kürtleri başkanlığa razı edeceği bir çözüm peşinde koşan Erdoğan’ın bu amacı gerçekleşmeyince savaş politikalarına sarılmış olması. Dolayısıyla Erdoğan’ın kendine başkanlığı getirecek bir anayasa (ve bunun için belki de erken bir seçim) yaparak kendini güvenceye almadan böylesi bir sürece sıcak bakmayacağı açık. Zaten Erdoğan’ın savaş ve baskı politikalarını; dokunulmazlık ve kayyım gibi adımları bu kadar hızlı işletmeye çalışmasının nedeni de bu sıkışmışlık.

Bütün bu söylenenler üzerinden en başa dönersek, Salih Müslim’in açıklamalarını bir yanıyla Rusya’ya mesaj anlamı da taşıyan, süreçte Kürtlerin çözümsüz olmadığının bir ifadesi olarak okumak mümkün. Ve elbette böylesine zor bir süreçte girilen işbirliklerinin, Rojava’da ABD üslerinin kalıcılaşması gibi tehlikeler barındırdığı da göz ardı edilemez. Ancak böylesi tehlike ve tehditleri bertaraf etmenin yolu, bugüne kadar Bölge’deki çelişkileri kendi demokratik mevzisini büyütmek için ustalıkla kullanan Kürtleri peşinen emperyalizm işbirlikçisi olarak damgalamak değildir. Aksine ABD emperyalizminin kalıcılaşmasını engelleyecek olan Türkiye ve diğer Bölge ülkelerinde emperyalizm ve yerli gericiliğin savaş ve müdahale politikalarına karşı mücadeleyi büyütmek ve bu mücadeleyi Kürt halkının demokratik geleceğini kurma mücadelesiyle birlik ve dayanışma çizgisinde ilerletmektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa