15 Temmuz 2016 01:00

'Bir fikrinizi alırım'

'Bir fikrinizi alırım'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Amerikalı Belgesel Yönetmeni Michael Moore, kariyerine yönetici kovalayarak başladı. İlk filmi Roger ve Ben, General Motors’un Moore’un memleketi Flint’teki fabrikasını kapaması üzerine şirketin CEO’su Roger Smith’i yakalamaya çalışması üstüneydi. Benim Cici Silahım’da lisede kurşunlanmış çocuklarla birlikte, Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi’nde krizin vurduğu hayatlara dair, yine patron ve patron temsilcilerinin peşine düşüp sorular sormaya çalışmıştı. Filmlerde daha çok da duymazdan gelen kulaklar, yüzüne kapanan kapılar, elinde megafonla bağırmalar görünmüştü. Son filmi Şimdi Nereyi İşgal Edelim?’de Avrupa ülkelerini gezip onlardan örnek alacak faydalı özellikler öğrenmeye çalışırken, bununla ilgili bir espri yapıyor. İtalyan motosiklet fabrikasının yöneticisine kendisiyle fabrikada buluşan ilk CEO olduğu için teşekkür ediyor. Ama bunun bir sebebi var elbette.
Michael Moore’un düşündürücü takipler ve eğlenceli sohbetler içeren filmlerinin, uzun bir aradan sonra çektiği sonuncusu aslında yine anlamlı bir noktadan yola çıkıyor: Şimdi Nereyi İşgal Edelim? Madem başka ülkeleri petrol gibi ellerinde olmayan şeyler için işgal ediyorlar, alacak başka neler bulunabilir, esprisi. Epeyce Avrupa ülkesine ve Tunus’a giderek, her biri için seçtiği tema doğrultusunda görüşmeler yapıyor. İtalya’da işçilerin uzun yıllık izinlerini, Fransa’da okul yemeklerinin kalitesini, Finlandiya’da ödevsiz eğitim sistemini, Norveç’te açık cezaevlerini, Portekiz’de hukuku, Slovenya’da ücretsiz üniversite öğrenimini, Almanya’da Naziler hakkında eğitimi, Tunus’ta kadın sağlığı ve haklarını, İzlanda’da kadınların yönetimde yer almaları ve krizin ardından bankacılara verdikleri cezaları anlatıyor. Her birine bu “fikirler” için teşekkür ediyor, Amerikan bayrağını bu fikre karşılık olarak dikiyor. Elbette sembolik olan bu jesti insanlar gülerek karşılıyor ve kendi hayatları için gayet normal saydıkları bu hakları Amerikan halkına da tavsiye ediyor.
Bu anlatımdan öğrenecek ve üstüne düşünecek çok şey var. Başka bir eğitim, hukuk, ceza sisteminin, çalışma hayatının mümkün olduğunu ve işlediğini görmek, birinci ağızdan dinlemek bile tek başına önemli. Çünkü işçilerin doğru dürüst tatil yapamadığı, mahkumların uzun süre içeri tıkılıp kötü muamele gördüğü, çocukların ağır ezberler yapıp kötü yemekler yediği, erkeklerin her konuda tek bildiği yöntemi dayattığı bir toplum düzeni için en yaygın argüman, başka türlüsünün işe yaramayacağıdır. Film bize bugüne ait işleyen alternatifler gösteriyor, üstelik, mesela tatiller örneğinde bunun uzun süren sınıf mücadelelerinin bir sonucu olduğunu da söylüyor. Bunun gibi üstüne düşünmeye, tartışmaya, başka halklara ilham vermeye müsait malzemeyle dolu. Amerikan okullarındaki yemekleri gören Fransız aşçının yüzü, Amerika’daki sınıf kardeşlerinin tatil yapamadığını öğrenen İtalyan emekçilerin şaşkınlığı, ne kadar borcu olduğu sorulan üniversite öğrencisinin soruyu anlamaması, filmdeki Moore imzası. Amerikalı ya da başka yerdeki seyircinin hiç sahip olmadığı hakların, bu ülkelerdeki insanlara ne kadar normal geldiğini göstererek, seyircisini bugüne kadar hiç sorgulamadığı şeyleri sorgulamaya çağırmak gibi.
Ama her seferinde bunları birtakım “fikirlerin” galip gelmesi, hatta Amerikan fikirlerinin uygulaması (1 Mayıs da, 8 saat işgünü de, kadın hakları mücadelesi de ABD’de başladı gibisinden) olarak anlatarak da bir yandan tuhaflaştırıyor. İlle de sınıf mücadelesi vurgusu yapması gerekmez ama anlatılanların her birinin bir toplumsal arka planı vardır elbette, birilerinin aklına gelen bir fikir olmalarının dışında. Halkların haklarına dönük saldırılar bu kadar kuvvetliyken, birkaç yıl sonra baktığımızda bu haklar böyle yerinde duracak mı, durursa ne pahasına duracak, soran yok. Moore’un patronları kovalamadığı, onlara teşekkür ettiği filminde, İtalyan patronların uzun izinleri övmesi, verimliliği artırdığını söylemesi rastlantı değil. Hakları patronların mecbur kalmasının değil, ikna olmasının sonucuymuş gibi anlatmak, insanı “Bizde de olabilir” diye mücadeleye değil, “Bizde öyle olmaz”a ikna etmez mi?
İzlanda’da, halkın seçtiği ilk kadın başkanı en sona alıp kadın başkanın faziletlerini överek bitirmekte de epey Clinton’cı bir hinlik gizli üstelik. Nerede o patron ve yönetici kovalayan Michael Moore, nerede yöneticilere kadın başkan övdürüp teşekkür eden? İşte böyle böyle, büyük sorular sorup düşünmenin verdiği -ilk filmlerini hatırlatan- heyecan, dar, kısa vadeli mesajların gölgesinde kalıyor, Moore’un son filmlerinin hemen hepsinde.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa