OHAL, bir 'insan hakları' sorunudur
Siyasî yazılar kuru ve tatsızdır. Bugün böyle bir yazı okuyacaksınız.
15 Temmuz akşamı alçaktan uçarak gözdağı veren, sonra da yakınımızdaki Meclis’e bomba atan uçak ve helikopterlerden bizim evde en çok korkan kim oldu dersiniz? “Kızım” adlı kedimiz! Nereye kaçıp saklanacağını bilemedi zavallıcık. En sonunda kayboldu. Onu ertesi gün arka odadaki divanın altında bulduk.
Biz iki ihtiyara gelince, aval aval televizyona bakıyor, sonuçta neler olacağını bekliyorduk. Derken ekranda sürekli olarak “Darbe püskürtüldü!” diye altyazılar geçmeye başladı. Ben bu “püskürtme” sözcüğünü yadırgadım. Eşime, “Herhalde darbe bastırıldı demek istiyorlar” diye açıklama yaptım.
Çok geçmeden anlaşıldı ki, darbe girişimini yapan, Fethullahçı askerlerdi. Bu daha da şaşırtıcıydı: Türkiye’deki ilk askerî müdahale olan 27 Mayıs 1960’ın özelliklerine ve 55 yıl sonra yapılan bu son darbenin rengine bakarsak “Nereden nereye” geldiğimizi anlarız:
27 Mayısçıların aldığı ilk kararlardan biri, çağdaş bir anayasa hazırlamak üzere, İstanbul Üniversitesi’nin Rektörü ve ülkemizde “Hukuk Devleti” kavrayışının önderi olan Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ı bu işin başına getirmekti. 15 Temmuz gecesi ise darbeciler, “Fethullahçı” denen cemaatın askerleriydi. 55 Yılda meğer, Sıddık Sami Onar’dan Fethullahçılara kadar gelip gelişmişiz!
Başka bir noktaya da dikkat çekmek isterim: Darbe bastırıldıktan sonra Fethullahçıları cezalandırmak isteyen kimi taşkın yurttaşlar, uygar dünyada çoktandır tarihten silinmiş olan “İdam cezası”nı yeniden gündeme getirmeye başladı. Oysa bilinmeli ki, çağımızda hiç kimse ve hiçbir devlet, bir insanın yaşamı üzerinde hüküm verme hakkına sahip değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, “Yaşam hakkı”nın korunmasına ilişkin maddeyle ölüm cezasını yok saymıştır. Türkiye’de ise ölüm cezası 1984’ten başlayarak fiilen, 2004’ten bu yana hukuken kalkmıştır.
Son durumlara bakalım: Beşiktaşlı futbolcu Mario Gomez’in, darbe girişimi yaşanan bir ülkede spor yapılamayacağı gerekçesiyle kulübünden ayrılmasını önemsemeyebiliriz, ama Türkiye’de OHAL ilânı üzerine, Almanya’nın “ölçülülük” uyarısı yaptığını ciddiye almalıyız. Hukuk dışı yetki artırımı anlamına gelen OHAL uygulamasının “Kanun Kuvvetinde Kararname”ler çıkararak Meclis’i devre dışı bırakacağını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya alacağını bilelim. Bakın, “işkencede kullanılan süre” anlamına da gelen gözaltı, Türkiye’de önce 24 saatti, sonra 48 saat oldu. Şimdiyse bir Kanun Hükmünde Kararname ile bu süre 30 güne çıkarılıverdi. Sözü uzatmayayım: OHAL uygulaması, aslında bir insan hakları sorunudur.
NOT: Ele aldığım konuları ne yazık ki gecikmeli olarak yazabiliyorum. 24 Temmuz, Lozan Barış Antlaşması’nın 93. yıldönümüydü. Dikkat edelim, Kurtuluş Savaşımızın hemen ardından imzalanan bu antlaşma, bağımsız bir devlet olmanın belgesidir. Peki, günümüzdeki durum?
Evrensel'i Takip Et