Sınıfsal tercihler ve toplumsal cinsiyetçilik olağan seyrini sürdürüyor
Olağanüstü hal (OHAL) kararnamelerinin kapsamı ve uygulama alanının sınırlarına ilişkin tartışmalar her geçen gün artıyor.
Görevden uzaklaştırılan 70 bine yakın kamu çalışanının yerine sözleşmeli personel getirilecek olması, kamuda etkisi OHAL süresiyle sınırlı kalmayacak yeni bir istihdam rejiminin de fiilen yapılandırılmakta olduğuna işaret ediyor. Böylece kamu çalışanlarının iş güvencesi ve çalışma hakkı kapsamındaki koşullar, olağanüstü şartlarda ancak olağan zamanı da etkileyecek biçimde değişiyor.
İktidarın kamuda iş güvencesini kaldırmak istediği, bunu aynı zamanda ‘milli güvenlik’ kapsamında değerlendirdiği ve 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nı da bu çerçevede değiştirmeye hazırlandığı bir sır değil. Ancak henüz gerekli yasal düzenlemeler yapılmadan OHAL kapsamında fiilen başlatılan bu değişiklik, hem bu konudaki sabırsızlığı hem de OHAL’in emekçiler açısından sadece sokağa çıkma yasağı veya serbestliği çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini gösteriyor.
Bu arada, patronların OHAL fırsatçılığını da göz ardı etmemek lazım. Örneğin SOCAR’a bağlı PETKİM ve Star rafinerilerinden çoğu sendikalı birçok işçi çıkartıldı. İşten atmaların darbe girişimi operasyonları kapsamında olduğu söylentileri ise doğrudan emniyet müdürlüğü tarafından yalanlandı. Aliağa Emniyet Müdürlüğü, adı geçen rafinerilerde operasyon yapılmadığını duyurdu.Nitekim PETKİM de işten atmaların operasyonlarla ilgili olmayıp tümüyle şirketin idari tasarrufu olduğunu açıklamak zorunda kaldı.
Gerek kamu gerekse özel sektör çalışanları açısından güvencesizliğin derinleşmesi biçiminde tezahür eden bu gelişmeler, şartlar olağanüstü de olsa, sermayenin işleyişinin ve sistemin bir bütün olarak ortaya koyduğu sınıfsal tercihlerin olağan seyrini sürdürmekte olduğunu gösteriyor.
Koşulların olağan(!) seyrini sürdürdüğü bir başka alan ise kadına yönelik şiddet ve bu konuda geliştirilen önlemler.
Resmi Gazete’de yayımlanan ‘kimyasal hadım’ yönetmeliği ile tecavüz suçu toplumsal bağlamından kopartıldığı gibi neredeyse failin irade ve sorumluluğunun bile dışına çıkartılıyor.
Resmi Gazete’de yer alan yönetmelik “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi” başlığını taşıyor. Konuyu “tedavi” merkezli değerlendirmek ise tecavüzün suç olma halini etkisizleştirip, failin de “Başa çıkamadığı cinsel dürtülerin kurbanı” biçiminde algılanmasına yol açıyor.
Oysa bu konuda yapılan gerek ulusal gerekse uluslararası bilimsel çalışmaların en fazla ortaklaştığı nokta; tecavüzün cinsel dürtülerden değil şiddet kullanarak egemenlik kurma çabasından kaynaklandığı yönünde. Üstelik tecavüz hükümlülerinin çok azının psikopatolojik özellikler gösterdiği belirtiliyor.
Yani biyolojik ya da psikolojik bir sorunla değil kaynağı eşitsizlik, amacı hükmetmek olan bir şiddet suçuyla yüz yüzeyiz. Dolayısıyla alınacak tedbirlerin her şeyden önce bu eşitsizlik sorununu ortadan kaldıracak nitelikte olması gerekiyor.
Öte yandan suç işlemenin öğrenilebilir bir davranış olduğunu savunan pek çok kuram, suçluluğun “kabul edilebilir” sayılmasının bu öğrenme sürecindeki etkisine dikkat çekiyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde ise tıpkı toplumsal cinsiyetçi değer yargıları gibi biyolojik teşhisler de suç vasfını etkisizleştirerek/hafifleterek “kabul edilebilir” olma algısını güçlendiriyor.
Evrensel'i Takip Et