15 Temmuz sonrası ekonomik görünüm
Birleşik Krallık referandumu sonrasında çıkan Brexit kararı ardından küresel büyümenin olumsuz etkileneceğine dönük tahminler ağırlık kazanmış, bu da Fed’in uzunca bir süre faiz artırımına yanaşamayacağı şeklinde yorumlanmıştı. Genişlemeci politikanın süreceği yönündeki beklentiler temmuz ayında “gelişmekte olan” piyasalara dönük portföy yatırımlarını da hızlandırdı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) verilerine göre bu ülkelere dönük yabancı sermaye girişi haziran ayındaki 13 milyar dolar seviyelerinden 25 milyar dolara tırmandı. Yabancı sermaye hareketlerinden aslan payını Asya ülkeleri alırken, ikinci sırada ise Latin Amerika ülkeleri geldi. Diğer piyasalarda ise bir miktar sermaye çıkışı yaşandı.
Türkiye açısından bakıldığında ise küresel piyasalarda yaşanan ılımlı iklimin aynı oranda ekonomiye yansıdığını söylemek zor. Temmuzun ilk yarısında yaşanan portföy girişlerinin darbe girişimi sonrasında kaçınılmaz olarak yön değiştirdiği 15-22 Temmuz haftasında yurt dışında yerleşiklerin (fiyat ve kur hareketlerinden arındırılmış istatistiklere göre) 460 milyon dolar dolayında menkul kıymet sattığı görülüyor. Bu miktarın 220 milyon doları hisse senetleri, 240 milyon doları devlet iç borçlanma senetleri (DİBS), 62 milyon doları ise özel sektör tahvil ve bonolarından oluşuyor. Bununla birlikte henüz sermaye çıkışının alarm verecek boyuta ulaşmadığını belirtmekte de fayda var.
Hiç kuşku yok ki, ekonomide darbe teşebbüsünün artçı şoklarını bir süre daha hissedeceğiz. S&P’nin not indirimine karşılık henüz sermaye çıkışlarının alarm verecek boyuta ulaşmadığı bir gerçek. Buradan yabancı fonlarla yapılan birebir temasların kısmen de olsa etkili olduğu anlaşılıyor. Bu da finansal derinliğin olmadığı, kurumsal işleyişin olgunlaşmadığı bir ortamda karşılıklı teminatlarla, ahbap-çavuş ilişkisiyle yürüyen yatırım ilişkilerinin ne denli belirleyici olduğunu bir kez daha gösteriyor. Mehmet Şimşek, Ali Babacan gibi yurt dışı yatırımcılarla köprü işlevi gören figürlerin neden AKP iktidarı açısından vazgeçilmez olduğunu da. Böylesi ekonomilerde sert dalgalanmaların kaçınılmaz olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Yabancı fonlar halen durumu diken üstünde izliyor ve muhtemelen kontrollü çıkış stratejileri üzerinde çalışıyor. Zira, yaşanacak bir panik ortamında yabancı yatırımcının en az yerli yatırımcı kadar, hatta daha fazla zarara uğrayacağı bir gerçek.
Bundan böyle Türkiye ekonomisi küresel dinamiklerden ziyade iç dinamiklerin ön plana çıktığı bir seyir izleyecek gibi görünüyor. Birbiri ardına yaşanan terör saldırılarının, bölgedeki savaş ve göç dalgasının üstüne gelen darbe teşebbüsü, tarafsızlığı hali hazırda fazlasıyla sorgulanan yargı mekanizması başta olmak üzere ülkenin kurumsal yapısına dönük güvensizliği hat safhada arttırdı. Kamu kurumları ve özel sektörde kümelenen Cemaatin bugüne değin devlet kademesinde işe alım, atama ve yükseltmelerde oynadığı belirleyici role bugüne değin kulağını tıkayan hükümet darbe sonrası geniş çaplı bir operasyona soyunmuş durumda. Önümüzdeki günlerde Cemaat mensuplarının tespiti ve tasfiyesi amacıyla başlatılan sürecin ne yöne evirileceğini hep birlikte göreceğiz. Ama bugün yaşanan kaosun muhaliflerin tasfiyesi için elverişli bir ortam yarattığı da bir gerçek. Geçtiğimiz günlerde, mevcut ortamı fırsat bilerek, Hakkari Üniversitesinde barış imzacısı akademisyenleri görevden uzaklaştıran rektörün kararın hemen ertesinde operasyonlar çerçevesinde gözaltına alınması gibi trajikomik örnekler de yaşanabiliyor. Bunun ötesinde iktidar partisinde koltuk arayışındaki farklı kesimlerin karşılıklı ihbarlarla kendilerine alan açmaya çalıştığına da şahit oluyoruz.
Bütün bu gelişmeler dışarıda Türkiye’ye dönük siyasal istikrarsızlık algısını güçlendirir nitelikte. Siyasi krizin ekonomik bir krize evrilmesiyle ardındaki kitle desteğinde erozyon yaşayabileceğini düşünen iktidar partisi ise bu dönemde özellikle dışarıya dönük daha pozitif bir resim verme kaygısına girmiş görünüyor. Birbiri ardına Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yabancı televizyonlara verdiği röportajlarda laik kesimi de kapsayan bir birliktelik mesajı dikkati çekiyor. CHP’nin Taksim mitingi özellikle vurgulanıyor. Zira, Batı dünyasında Türkiye’de “laik”, parlamenter rejimin tasfiyesine dönük artan hassasiyetin giderek AKP hükümetini yalnızlaştırdığı ve bu durumun da kısa vadeli yabancı sermaye girişlerine dayalı mevcut ekonomik modelin sürdürülmesini imkansızlaştıracağı düşünülüyor.
Evrensel'i Takip Et