Çökenler, yükselenler ve Erdoğan!
Fotoğraf: Envato
Görünen tek şey sağlam bir dikta, güçlü bir Erdoğan mı?
Bu soruya, ekonomideki ve siyasetteki gelişmelere bakıp nasıl bir cevap verebiliriz?
OHAL uygulamalarına...
İnsanların ‘demokrasi nöbetlerine’ yönlendirildiği sokaklara...
Devletin bazı kurumlarının konumlandırılma (Genelkurmayın, MİT’in doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanması) biçimine...
Ve başkaca sıcak gelişmelere bakınca...
Hızla başkanlık sistemine, çok daha otoriter bir rejime doğru gidişin ayak izlerini görmek mümkün!
Keza, başarısız darbenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve AKP’yi güçlendirip, otoriterlik yolunu açtığını söylemek de...
Bir de...
Cumhurbaşkanının Saray’da siyasi parti (CHP, MHP, AKP) liderleri ile toplanmasına...
CHP ile AKP’nin sembolik de olsa Taksim’de CHP mitinginde buluşmasına...
Ve iktidarın bazı söylemlerine bakıp...
“Özlenen tablo” gerçekleşti deyip, kutuplaşmaların sona erdiğini daha demokratik bir sürece girileceği analizini yapanlar var.
Değişeceğim’ demeden Cumhurbaşkanlığı’na yükseldiği halde, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olunca yumuşayacağını bekleyenlerin...
‘Şimdi tokalaşma zamanıdır’ laflarına umut bağlayanların...
Zamanında yaşadığı hayal kırıklığını şimdi, “özlenen tablo” analizi yapanların yaşacağını peşinen söyleyebiliriz.
Çünkü Erdoğan ve etrafında oluşan ekonomik ve siyasi bloğun üzerine oturduğu temel, niyetten bağımsız, kaçınılmaz olarak diktaya doğru yükseliyor.
Peki bu gerçeklik, başka bir yolun örülemeyeceği anlamına mı geliyor?
Bu sorunun cevabı, ülkede ve dünyada sadece yükselene değil çökenlere de bakınca, kesinlikle ‘hayır’.
EKONOMİ SAKAT GÜÇ DENGELERİ FARKLI
Ekonomiden başlayalım.
Geçen hafta ABD’de ve Avrupa’da büyüme rakamları açıklandı. ABD yılın ilk 6 ayında sadece yüzde 1 büyüdü.
Bu rakam beklentinin yarısı düzeyinde.
AB genelinde ise büyüme yüzde yarım bile değil. Fransa da sıfır. İngiltere’de büyüme eksi. AB zaten kötüydü. Şimdi ABD ekonomisi de tekliyor. Gelişmekte olan ülkeler epeydir eski günlerinden uzak.
Kısaca dünya ekonomisi zorda.
Dünya 2008’dekinden çok daha kritik bir kırılma noktasına gelmiş durumda. 2008’de ABD’den başlayıp dünyayı saran küresel kriz, dünya ekonomisini de durma noktasına getirmişti.
Batışı engellemek, piyasalara sürülen yüz milyarlarca dolarla mümkün olmuştu. Lakin ekonomiyi eski günlerine döndürmek mümkün olmadı.
Dünya ekonomisi şimdi yeniden “büyüyememe sendromu”na girmiş durumda.
Yine bol para, eksi faiz ile çözüm aranıyor. Oysa bu yöntem dünya ekonomisinin yapısal sorunlarını ağırlaştırdı. Çünkü büyümenin aslan payını toplumun çok küçük bir kesimi aldı. Piyasaya sürülen paralar üretime yönelmekten çoktan krizi tetikleyen spekülatif alana (Borsa, hisse senedi, tahvil vs.) kaydı.
Ekonomik sorunlar ‘yabancı’ düşmanlığını artıran hoşnutsuzluklar yarattı. Bu hoşnutsuzluk göçmen sorunuyla bütünleşerek siyasi sonuçlar doğuruyor.
Öte yandan Soğuk Savaş sonrasındaki güç dağılımı, güç dengeleri de hızla değişiyor.
TÜRKİYE’DE DE AYNI ÇÖKÜŞ
Türkiye’de derin bir kriz ve çözülmenin içinde.
En önemli meselelerinden biri olan Kürt sorununu çözümsüzlüğe itmiş, ‘asayiş’ tedbiriyle sorunu dondurduğunu sanıyor.
Ekonomide tıkanma hali var. Ve söz konusu tıkanmanın üzerine küresel ekonominin yeniden sallanmaya başlamasının dalgaları gelirse Türkiye’yi daha ağır günler bekliyor.
Ortada darbenin hepimize gösterdiği büyük bir kriz var.
Devlet krizi sürüyor.
Ekonomik çatışmalardan, devletin güç aygıtlarını (Polis, asker vs.) kimin kontrol edeceğine uzanan sert çatışmalar yaşanıyor. (Darbenin ekonomiği politiğini, çatışmaların işi iç savaşa götürebilecek potansiyelini ayrıca ayrıntılarıyla değerlendirmek gerekiyor.)
Gördük ki... Zor kullanmada herkesin gözü kara.
İnsanlara ateş açacak kadar gözü dönmüş olanları sadece cemaatle ilişkilendirmek... Operasyon, tehdit, baskıyı sadece cemaatin yaptığı iş zannetmek yersiz.
Biz 15 temmuzdan önce kentlerin ve sivillerin hedef alındığını, bombalandığını bu ülkenin doğusunda günlerce gördük.
Operasyon, tehdit, baskı ve ‘düşman hukuku’ uygulamasını şimdi de aynen görüyoruz.
İşin özeti devletin zor aygıtlarını ele geçirenin hedefleri doğrultusunda onu hunharca kullanacak zemin bu ülkede fazlasıyla var.
Buna iç savaş kışkırtıcılığı da dahil!
Taksim’deki Topçu Kışla’sı tartışmasında açıktan, başka mevzularda alttan alta kulağımıza üflenen ‘ezer geçeriz’ söylemi bunun göstergesi.
GÜÇLENEN SADECE ERDOĞAN DEĞİL!
Caminin ve sokağın iktidar ve şiddet aracı olarak kullanıldığına tanık oluyoruz.
İktidarın eylemlerinin şekillendirici gücünü, Hitler’in iktidarını konsolide ederken ki taktiklerinden biliyoruz.
Erdoğan’ın işaretiyle camilerin ve sokağın doğrudan siyasi bir araç olarak kullanılması
konsolide olan gücü ve faşizme gidişi çağrıştırıyor.
Lakin mesele Erdoğan’ın şahsı değil! O’nun etrafında büyük blok var.
Bugün ülkenin yaşadığı kriz de kişisel tercihlerden kaynaklanmıyor. Uygulanan siyasetin bir sonucu.
Kriz, iktidarın daha faşizan bir rejime doğru yol almasına zemin hazırlarken aynı zaman da başkaca olanaklar yaratıyor.
Takiye de, olsa bugün siyasal İslamcıların bir kısmının Kemalist kesilmesi, ulusalcılarla ortaklaşması bir gösterge.
Siyasal İslamcılık’ın çöktüğünün bir göstergesi.
Zorlamak sadece yeni krizlere gebe kalmaktan başka sonuç doğurmaz. İşte bu kriz aynı zamanda alternatif harekete alan açar. Çökenin yerine alternatifin inşasına zemin hazırlar.
Bu da başka bir yazının konusu.
ÇIKIŞ YOLU ARAYANLARIN DİKKATİNE
Ekonomik çözüm yöntemleri de krizi aşmaya muktedir değil.
İnşaatla ekonomiyi çevirmek eskisi kadar kolay değil.
Yabancı sermayeye “gel de nasıl gelirsen gel” demek de pek karşılık bulmuyor. Suriyelileri, çocuklarıyla birlikte 15-20 lira karşılığında günde 12 saat çalıştırıp ucuz işgücü yapmak sorunu büyütür.
Ülkenin yaşadığı üretimdeki durgunluğu, askeri-endüstriyel komplekse yatırımla aşmaya çalışmak da yeni kavgaları besliyor.
Dünyadaki gelişmeler gösterdi ki; emekçilere ağır faturalar ödeterek işin içinden çıkılamıyor. Türkiye’de de çıkılamayacak.
Ekonomideki bu sıkışıklık... Bugün sokaklarda olan, 15 Temmuz da tankın önüne geçenlerle, “ne darbe ne dikta” diye haykıranları buluşturmaya da aday.
Çıkış yolu arayanların bir yönü de burada olmalı.
- Ezdirmemek ne kelime suyunu sıktılar 26 Aralık 2024 06:55
- Et ithalatı da sürer gıda pahalılığı da 08 Kasım 2024 11:17
- Türkiye BRICS’te de kapıda bekletiliyor, kapının ardı cennet değil ki! 24 Ekim 2024 13:08
- Bütçenin özeti: Hem yakacak hem kıracak 19 Ekim 2024 07:06
- Şimşek’in haraç şovu 16 Ekim 2024 04:57
- İTO Başkanı ‘şeytan’ taşlatıyor! 09 Ekim 2024 04:39
- Patronlardan 21. yüzyılda 19. yüzyıl talepleri: Bir adım ötesi zincire vurmak 28 Eylül 2024 06:47
- Erdoğan’ın ABD temasları: Mesaj mı yoksa yalvarış ve temenni mi? 26 Eylül 2024 06:27
- Fiyatlar artarken enflasyon düşüşünün yorumu: Kağıt üstünde düşüş, kemikte hissediş 04 Eylül 2024 05:53
- Vergi listesindeki 3 çeşit yüzsüzlük 29 Ağustos 2024 05:34
- Çin istilasına yol! 27 Ağustos 2024 05:10
- 12 şirket neden Varlık Fonu’na devredildi? 22 Ağustos 2024 04:55