04 Ağustos 2016 00:55

Rusya ve Batı arasında - 1

Rusya ve Batı arasında - 1

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Rus devletinin kuruluşu Moskova hükümdarı III. İvan’ın 1462-1505 yılları arasındaki saltanatına rastlar. Ancak Rusya’nın bir dünya gücü olarak sahneye çıkması 18. yüzyılın başında Büyük Kuzey Savaşı’yla gerçekleşti. Fransız Bourbon ve Avusturyalı Habsburg hanedanları İspanya tahtı için birbirine girmişken Avrupa’nın kuzeydoğusunda muazzam değişimler olmaktaydı. İngiliz ve Hollanda donanmalarının desteğini alan İsveç Kralı XII. Karl erken kazandığı zaferlerin gazıyla Rusya’yı işgale girişince büyük bir yenilgiye uğradı. 27 Haziran 1709 Poltava Muharebesi’ni Leibniz “büyük bir devrim” olarak tarif eder: “Çarın bir nevi Kuzey’in Türk’ü olacağı söyleniyor”. Muharebenin galibi Çar Petro da aynı fikirdedir. Poltava’dan sonra “Şimdi nihayet Tanrı’nın inayetiyle St. Petersburg’un temelindeki son taş yerleştirildi” dediği aktarılır. 1721’de Büyük Kuzey Savaşı’na son veren Nystad anlaşması imzalandığında artık Rusya İsveç İmparatorluğunu çökertmiş, Polonya’yı bir uyduya dönüştürmüştü.

Habsburglara karşı geleneksel olarak kuzey ve doğudaki güçlerle (İsveç, Polonya ve Osmanlılar) ittifak yapan Fransız diplomasisi yeni duruma uyum sağlayamadı. 1717’de Paris’i ziyaret edip, kendini İsveç’i ikame edecek bir müttefik olarak sunan Petro Fransa tarafından reddedildi. Baltık ve Polonya’nın kontrolü Rusya’yı ister istemez Fransız müttefiki Osmanlı’yla da karşı karşıya getirecekti. 1768’de Fransa’nın Rusya’ya karşı isyana teşvik ettiği Leh soylularının Rus orduları tarafından bastırılması ve Osmanlı topraklarında kovalanması yeni bir kriz yaratmıştı. Fransa’nın kışkırtmasıyla Rusya’ya savaş açan Osmanlı 1774’te Küçük Kaynarca Anlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Polonya ise yeni bir savaşı önlemek amacıyla 1772’de Avusturya, Prusya ve Rusya arasında bölündü. 
18. yüzyılda Rusya yükselirken Avrupa siyasetinde Avusturya Veraset Savaşı’yla başlayıp, Yedi Yıl Savaşı, Amerikan Bağımsızlığı, Fransız Devrimi, Devrim Savaşları, Napolyon Savaşları’yla devam eden bir dizi sarsıcı dönüşüm yaşanıyordu. Avrupa’nın büyük güçleri yeniden bölüşüm için 1815’te Viyana’da bir araya geldiklerinde Rusya’nın gücü ve vazgeçilmezliği artık herkes tarafından kabul edilen bir olguydu. Viyana Düzeni 1848 devrimleriyle yıkıldığında da Rusya yine krizin merkezinde olacaktı. Paris ve Moskova İstanbul’da kimin düdüğü ötecek yarışına girince 1853’de Kırım Savaşı çıktı. İngiltere ve Fransa Rusya’nın İstanbul’daki gücünü kırmak için Osmanlı’yla beraber savaştı. Savaşın esas konusu Osmanlı’nın paylaşılması değil Orta Avrupa’daki güç mücadelesiydi. 1856’da savaşın sonunda imzalanan Paris Anlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu ilk defa Batı devletler topluluğunun bir üyesi olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla Osmanlı’yı Batı müttefiki haline getiren Batı’nın algıladığı Rus tehdidiydi. Bugün Türkiye’yi Batı müttefiki, yani NATO üyesi ve AB üye adayı, yapan aynı olgudur.

Yeniçeri ordusunu ortadan kaldırıp, kapısında isyancı Mısır valisinin ordularını bulan II. Mahmud’un ordularını reform etmek üzere İstanbul’a gelen Alman Subayı Helmuth von Moltke 1836’daki mektubunda durumu açık bir şekilde tespit eder: “Uzun zamandır Avrupa diplomasisi Bab-ı Ali’yi ya kendi çıkarlarına yabancı savaşlara sokuyor ya da eyaletlerini kaybettiren barış anlaşmalarına zorluyor. Ancak devlet, ona dış dünyanın tüm orduları ve donanmalarından daha korkunç görünen kendi ordusunu düşman belliyor”. Mısır valisinin ordularına karşı müttefikleri İngiltere ve Fransa’dan istediği desteği bulamayan II. Mahmud’un nasıl o vakte kadar düşmanı olan Rusya’ya yanaştığını ve 15 bin Rus askerinin padişahı valisinden koruduğunu anlatarak devam ediyor Moltke: “Yabancı ordular imparatorluğu yıkımın eşiğine getirdiler, yabancı ordular onu kurtardılar”. II. Mahmud tahtını Rusya sayesinde kurtardı belki ama neticeyi oğlu Abdülmecid, Kırım Savaşı’yla elde etti: Rusya’ya karşı Batı devletler sistemine üyelik. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa