06 Ağustos 2016 00:54

Ne zaman, ne için gazetecilik?

Ne zaman, ne için gazetecilik?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hafta boyunca ana akım haber bültenleri ve tartışma programları darbe girişimine dair notları, yorumları bir önceki haftadan farksız bir biçimde verip durdular. O tutuklu generalin ifadesi, bu darbeci yüzbaşının yakalanması, eski genelkurmay başkanının olanı biteni yorumlaması, parti liderlerinin hep birbirine benzeyen sözleri... Bunlar önemsiz değil. Ama derinleşen bir tartışma görmedikten sonra aynı konuyu tek bir çerçevede konuşmak güç odağının ortaya koyduğu anlatıyı pekiştirmekten başka ne işe yarar? Hükümet temsilcilerinin duygu dolu sözlerinden sokakların duvar kağıdı haline gelen ‘Hakimiyet Milletindir’ ilanlarına kadar yeni bir hikayenin tuğlaları birer birer diziliyor. Hikayeyi ören semboller, yaslanılan anlatı araçları, uyarlanan ve sıfırdan yaratılan ulusal mitlerin, kültürel analizle uğraşanların bir yandan iştahını kabartırken diğer yandan ‘hep aynı hikaye’ bıkkınlığına yol açması kaçınılmaz.

Çarşamba günü MKYK toplantısından sonra AK Parti Sözcüsü Yasin Aktay’ın “Şu an meydanlar milletimiz için bir eğitim kampı niteliğinde” sözleri insanın içi ürpertiyor. Özellikle de esas meselenin TV stüdyolarında değil sokaklarda cereyan ettiğini düşününce. Ankara’da demokrasi nöbetinde eline tutuşturulmak istenen bayrağı tutmadığı için işkence edilen kişi, “Açık giyinmişsin sen darbecisin” denerek darp edilen Evrensel gazetesi çalışanı, “Türk değil Ermeni’yim” diyen Fransız vatandaşının havaalanından sınır dışı edilişi, tarihçi akademisyen Doç. Dr. Candan Badem’in kütüphanesindeki kitap gerekçesiyle gözaltına alınışı, darbe girişimi sonrası kendilerinden haber alınamayan otuz kadar erin perişan aileleri TV stüdyolarının dışından sadece birkaç başlık... Bu başlıklar ana akımda mağdurun lensinden haber olmadığı gibi, haber olduğunda da egemenin anlatısı aşınıyor düşüncesiyle tuğla taşıyıcılar tarafından eleştiriliyor.

Egemen bir hikaye yazılırken, iş dönüp dolaşıp sorulmayan soruları soracak, güçlünün karşısında bir ses olacak gazetecilerin omzundaki yükte bitiyor. Bu yükü gazeteciliğin kendisi olarak kabul edenlerin moda tabirle ‘kandırılması’ zor, çünkü onlar baktıkları yere çıkar hesaplarıyla değil, en temel habercilik ilkeleriyle bakıyor; söyledikleri sözü güçlü olan hoşlansın diye değil, güçsüz olanın sesi duyulsun diye söylüyorlar.

EZİDİLERİN YANINDA YÜRÜMEK...
Geçen sene bir araştırma projesi kapsamında sohbet etme fırsatı bulduğum bölge muhabirlerinin anlatılarına dönüp baktım bu hafta. Haftalarca Şengal’den, sonra Kobani’den, Suruç’tan canları dişlerinde haber geçen gazetecilere haberciliklerine dair sorular sormuştum. Azadiya Welat Gazetesi Foto-Muhabiri Abdurrahman Gök’ün anlattıkları hala kulaklarımda. Abdurrahman Gök Ege Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nün en parlak öğrencilerinden biriyken Hürriyet gazetesinin Ege bölge ofisinde yönetici olan bir hocası iş teklif eder. Pek çok arkadaşının üzerine atlayacağı bu teklifi geri çeviren Gök, hocasına “Gazetenizin ilk sayfasında hala Türkiye Türklerindir yazıyor, ben nasıl çalışırım o çatıda” diye cevap verir. Abdurrahman’ın yıllar sonra Şengal’de yaptığı habercilik, gazeteciliğe adım attığı öğrencilik yıllarındaki duruşundan bağımsız düşünülebilir mi? Bazı gazeteciler egemen hikayenin tuğlalarını taşırken Abdurrahman Gök, Şengal’in yükünü taşımaya gönüllü olanlardan. Abdurrahman Gök’ün Şengal anlatılarından bir bölüm burada dursun isterim: 

“Kadınların, çocukların, yaşlıların 12-13 saat boyunca o toz dumanda sahrada nasıl yürüdüklerini gördüm. Kadınlar sırf tozdan boğulmasın diye, yeni doğmuş bebeklerini emzirme pozisyonunda taşıyorlardı. Çünkü ağzımız burnumuz tıkanıyordu o tozdan... Halden düşmüş, arka arkaya vermiş on binlerce insan bir sahrada yürüyorlar ve sen onları gördükten sonra gerçekten hiç kendini düşünemiyorsun. ‘Bu kadar insandan daha mı değerliyim sanki’ diyorsun. Ben hüngür hüngür ağlamıştım yanlarında yürürken ve hala anlatırken duygulanıyorum. Öyle, Şengal’in eteklerine kadar gittik. Herkes sana soruyor, ne kadar yolumuz kaldı? Çünkü seni bir kurtarıcı olarak da görüyorlar... Bunların basında görülmemesi gerçekten beni kahrediyordu. Ben bağlandığım bir iki yayında da söylemiştim ‘Hakikaten bu nasıl mümkün oluyor, biz mi anlatamıyoruz, yetersiz mi kalıyoruz’ diye. Fotoğraflar görüntüler mi ulaşmıyor haber merkezlerine? Niye sessizlik?...”

Fotoğrafları ve haberleriyle Şengal’de yaşananların ve Ezidi sürgününün uluslararası basında sesi getirmesinde rol oynayan Gazetecilerden Abdurrahman Gök. Katliamların sonu gelmiyor. Yine de, vicdandan şekillenen gazetecilik içimize su serpiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa