Gazetecilikte liyakat meselesi
Bundan 78 yıl önce 14 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla birlikte Türk Basın Birliği (TBB) kurulmuştu. Amaç 1936’da çıkarılan 3008 sayılı İş Kanunu’ndan fikir işçisi olmaları nedeniyle dışlanan gazetecilerin mesleki haklarını düzenlemekti. Kanun en azından işvereni bir sözleşme yapmaya mecbur bırakmıştı. 1952’de çıkarılan ve 1961’de 212 sayılı yasayla değişikliğe uğrayan yaygın kullanımıyla Basın İş Kanunu’nun da temelini oluşturdu. Ancak bu işin havuç kısmıydı bir de sopa tarafı vardı.
Kanunun ikinci maddesine göre gazetecilerin TBB’ye kayıt olmadan gazetecilik yapmaları yasaklanmıştı. Başvuru için özellikle genç gazeteciler kurumlarından alacakları iyi hal ve başarılarını kanıtlayan belge getirecek, birlik içinde oluşturulan bir komisyon adayın mesleki liyakati ile geçmişi ve ahlaki itibar derecesini değerlendirecekti. Zaten TBB’nin kuruluş amaçlarından biri de gazetecilik mesleğini “Cumhuriyetin menfaatlerine hadim kılmaktı”. Anladığınız üzere asıl amaç gazeteciliği kontrol altına almaktı. Zira faaliyette bulunduğu yedi yıl süresince hükümet eliyle pek çok gazete kapatıldı ve TBB hiçbir şeye derman olmadı. 1945 yılında yani çok partili yaşama geçişin sancılarının yaşandığı yıllarda CHP’ye yakın Falih Rıfkı Atay yönetimindeki birlikten “İsmet İnönü’ye bağlılık” telgrafı çekmeleri istendi ve bu artık bardağı taşıran son damla oldu. Kongre’de CHP’nin adayı Hakkı Tarık Us yerine Sedat Simavi İstanbul Şube Başkanlığı’nı, Hüseyin Cahit Yalçın ise Falih Rıfkı Atay yerine genel başkanlığı aldı. Gazetecilerin pek çoğunun Ankara’ya kongreye gidecek parası yoktu, saatlerini, eşlerinin bileziklerini rehin vererek gittiler. Bedii Faik’e göre gazeteciliğin CHP vesayetinden çıkarılması, demokrasi hareketini başlatmıştı (aktaran Atilla Özsever, Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci, s.70).Kontrolü elinden gidince CHP Türk Basın Birliği’ni lağvetti. Demokrasi hareketinin akıbeti de malum.
Bunu hatırlatmamın nedeni geçen hafta değindiğim, birkaç gün sonra Birgün gazetesinde sevgili Ümit Alan’ın da dikkat çektiği gazetecilikte liyakat sorunu tartışmasına devam etmek. Alan, basına sızan aparatcıkların temizlenmesi için elbette basın birliği gibi devlet eliyle bir örgütlenmeyi savunmuyor ama “gazetecilik suç değildir” önermesinin bizi politik doğruculuk açmazına sürüklediğini söylüyor, bu konuda yalnız değil.
Ben geçen hafta kötü gazeteciliğin tutuklanmayla cezalandırılamayacağını savunmuştum, bu hafta Ben Gazeteciyim inisiyatifinden arkadaşlarım haklı olarak itiraz ettiler, yapılan yalnızca kötü gazetecilik değil aynı zamanda gazeteciliğin kötüye kullanılması. İtirazım yok, peki bu kötüye kullanmayı nasıl ayırt edeceğiz? Yalnızca iktidara yaranmak için yapılan gazeteciliği mi bu kategoriye koyacağız, yoksa patronu adına iş takibi yapan, “büyük hediyeler” kabul eden, manşetleri patronun iş ilişkilerine göre belirleyen başka gazetecileri de ekleyecek miyiz?
Geçtiğimiz yıl Fatih Altaylı T24’e verdiği röportajda, hatırlamadığı için 30-40 bin lira civarında diye tarif ettiği maaşını “Bunun yarısı yaptığımız işin karşılığıdır, yarısı da hayatımızın içine sıçılmasının” diye savunmuştu. Altaylı’nın aldığı maaşın 30’da ya da 40’da biri maaşla hayatları cehenneme dönen gazeteciler var ülkede… Neden veriliyor(du) o paralar? Ya da bir medya patronu genel yayın yönetmenine neden villa satın alır? Sadece yaptığı gazetecilik için mi? “Hayatın içine sıçılmasının” somut karşılığı ne olabilir?
Gazetecilikte liyakat çok zor bir konu, bir başlanırsa mesleğin ilmek ilmek sökülmesi işten değil. Liyakati belirleyecek olanın gazetecilerin kendisi ve okuyucular olduğunu yazmıştım yine geçen hafta. Özdenetim mekanizmasının işlememesi yaşanan etik sorunların başında geliyor. Nedir özdenetim? Gazetecilerin başkalarının müdahalesi olmaksızın kendi kendini denetlemesidir. Okuyucu da buna dâhil olur. İcabında yapılan haberle ilgili şikâyette bulunur, bağımsız konsey (gazetecilerin, medya sahiplerinin, okuyucuların ve bu alanda çalışan bilim insanlarının dâhil olduğu) şikâyeti değerlendirir ve suçlu bulursa gazeteciyi, uyarır ya da kınar. Eskiden daha etkili bir Basın Konseyi’miz vardı ancak birkaç yıl önce o dönemki yönetimin hataları nedeniyle işlevsiz kaldı. Gazeteci sendikalı ise sendika da bu tür etik ihlallere karşı önlem alabilir. Sendikalı oranımız ise yerlerde sürünüyor.
Dünyanın pek çok yerinde liyakat özdenetim yoluyla belirleniyor. Buna ek olarak gazetecilerin ödüllendirilmesi, okuyucuyla kurduğu “gazetecilik çerçevesinde” güven ilişkisi liyakatin karşılığı. Bunların dışında her yöntem sansürü beraberinde getirir. Gazeteciliğin diğer mesleklerden farkı budur. Basın özgürlüğü ifade özgürlüğü ile bire bir ilintilidir, birini kısıtlarsanız diğeri de kısıtlanır.
Gazeteci Burcu Karakaş’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve ’90’lardaki gazeteciliği anlatan röportajları içeren “Manşetleri Gör Aklını Kaçırırsın” kitabı liyakatin ne olduğunun, nasıl elde edildiğinin görülmesi açısından güzel örnekler barındırıyor. Kimi röportajlar gazetecilik dersi gibi, ki o gazeteciler halen bu mesleği onurlarıyla sürdürüyor. Karakaş, Ertuğrul Özkök’le de konuşmak istemiş, cevap maille gelmiş “Beni mazur gör. Artık bu konuları konuşmak istemiyorum.” Gel gelelim biz istiyoruz, hatta daha yeni başladık. Bu konuları daha çok tartışmalı ve daha çok bir araya gelmeliyiz, temizlik ancak bu şekilde mümkün. Hesap vermeyenlerin, kandırılanların ve kullanışlı aptalların tarihin kötü örnekleri olarak anılmaları bu meslekte tek ve en büyük ceza. Kimsenin gazeteciliğine kefil olmamız gerekmiyor, basın özgürlüğüne ve etik ilkelere sahip çıkmamız yeterli.
Evrensel'i Takip Et