Amerika gitsin, Rusya mı gelsin?
Fotoğraf: Envato
Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’ sloganıyla mücadele alanlarını dolduran Türkiye gençliği, iki kavramın birbirine içten bağımlı olduğunu öğrenmişti: Bağımsızlık ve demokrasi birbirinin yalnızca tamamlayıcısı değildi, biri olmadan diğeri de gerçekleşemeyecek olan siyasal ve toplumsal dönüşümleri ifade ediyordu. ABD emperyalizmine karşı mücadele, aynı zamanda ‘tam demokrasi’ için mücadele anlamına geliyordu. Bağımsızlık ise, yalnızca askeri anlamda üslerin kapatılması, NATO’dan çıkılması gibi sonuca ilişkin görüntülerden ibaret değildi; ekonomik, mali, siyasal, kültürel anlamda tam bağımsızlıktı. Bunun yolu da işçi ve emekçilerin bütün işbirlikçi kurumları ve sınıfları iktidardan tam olarak uzaklaştırmaları, kendi iktidarlarını kurmalarıyla mümkündü. Yani bu bir işçi-emekçi devriminin eseri olabilirdi.
Blok değiştirmek, bir takımı tutmaktan vazgeçip diğerini tutmaya, bir partiden istifa edip diğerine üye almaya benzemez çünkü. O zamanlar, bu bir sistem değişikliği anlamına geliyordu. Bugün ise, emperyalist bloklaşma eğilimi içinde bir kamp değişikliği anlamına geliyor. Fakat bu bile, tarihsel olarak kurulmuş ilişkiler zemininde, ‘güncel ilişkiler içi’ bir değişiklik olmanın sınırlarını çok aşmaktadır. ABD-Türkiye ilişkileri tam anlamıyla yapısal ve kurumsal ilişkilerdir.
Günümüz iktidarının artık açık tercihi durumuna geldiği hissettirilen ‘blok değiştirme’ eğilimi, yalnızca bu sistematik ilişkiler açısından bakıldığında bile neredeyse imkânsız görünmektedir.
İktidarın bu konuda devreye soktuğu araçlara bakınca, dayanakların oldukça zayıf olduğu da görülmektedir. ‘Türki Cumhuriyetler’ denilen ülkelerle SSCB’nin yıkılma sürecinde girişilen yağmacı ilişkilerde büyüyen ve kökleşen hırsız burjuvalar kliği üzerinden kurulmaya çalışılan bağlantının Rusya ve ‘Şangay Birliği’ açısından ne derece değerli olacağı sorusu belirleyici önemdedir.
Her şey yolunda gitse bile, kimilerinin sandığı gibi, Rusya ile ilişkilerin ABD ile mevcut ilişkilerin yerine konulmasının demokrasi ve bağımsızlık yolunda bir adım olacağını propaganda eden çevrelerin beklentisi asla gerçekleşemeyecektir.
Açıkça, Rusya ile kurulacak ilişkiler ‘Amerika’nın yerine’ başlığı altında sürdürüldüğü sürece bağımsızlık idealinin gerçekleşmesinden söz edilemez.
‘Amerika gitsin, Rusya mı gelsin’ sloganını atanların neslinden gelen bugünkü iktidar açısından, temel bakış açısının değişmediği açıktır. Biri gitsin, öteki gelsin!
Bu gerici sloganın hedefinde bulunan sosyalistler ve devrimci bağımsızlıkçılar için ise, sorun tümüyle iktidarın sınıf karakterinin değişmesiydi ve asla ‘biri gitsin öteki gelsin’ anlamına gelmiyordu.
Amerika’dan kopmak, NATO’dan çıkmak gibi temel hedeflere doğru ilerlemek ancak ve yalnızca kapitalist-emperyalist sistemin dışına çıkmak anlamına geldiğinde ilericidir. Ve ancak içeride tam demokratik bir siyasal sistemle mümkündür. Yoksa diktatörlüğün dayanaklarını güçlendirmek amacıyla girilen arayışların en küçük bir umut doğurması imkânı yoktur.
- Örtülü dünya savaşı çağı: Savaşın çapı göründüğünden daha büyük 06 Ekim 2024 04:52
- İngiltere’de sokaklar faşizme kapalı 11 Ağustos 2024 06:41
- İki ucu savaş değneği 24 Mayıs 2017 00:56
- Olsaydıyla bulsaydı... 17 Mayıs 2017 01:00
- İdam... 19 Nisan 2017 00:10
- Gariplerin ölümü 29 Mart 2017 00:38
- Devletin ve milletin çıkarı nerede? 15 Mart 2017 01:00
- Almanya'ya karşı birleşik milli cephe! 08 Mart 2017 00:10
- ‘Sözde bayrak’ 01 Mart 2017 01:09
- Provokasyon ihtiyacıyla yaşamak 21 Aralık 2016 01:00
- Darbenin gizli kalan iki ayağı! 27 Temmuz 2016 00:43
- NATO ve ‘küreselleşme’! 13 Temmuz 2016 00:57