Gazetecilik ve kahramanlık
Bundan birkaç yıl önce çözüm sürecinde medyanın rolü başlıklı bir toplantıya katılmıştım. Orada geçmiş basın tarihi okumalarımı karşılayan şöyle bir sonuç çıkardım: Kimi kıdemli gazetecilere gazetecilik yetmiyor. Tahmin edersiniz ki bunların çoğu erkek. Onlar çözüm sürecinde kendi birikimlerine danışılmasını, hatta imza masasında bizzat bulunmayı istiyorlar, gazeteci olarak değil tabii. Yerel gazetecileri, sorunu yaşayanları dinlemeye falan tahammülleri yok, “Biz konuşuruz, en çok bizi dinleyin” hali katılımcılar için tahammülfersa. Toplantı ortamından sıyrılıp yerel gazetecilerle yaptığım özel sohbetlerde çok şey öğrendiğimi hatırlıyorum.
Türkiye’de gazeteciliğin en önemli sorunlarından biri bu, bazı gazeteciler gazeteciliğe gönül indirmiyor. Onlar için gazetecilik bir atlama tahtası, orada kendini gösterip başka bir yere geçmek daha prestijli. Bu yüzden gazeteciler soru sormaktan ziyade konuşuyor. Türkiye’de gazetecilik faaliyetlerinin salt gazetecilikle ilişkilendirilmemesinin bir nedeni de bu.
Nilgün Gürkan’ın her daim çok faydalandığım bir araştırması var, kitap olarak İletişim Yayınları’ndan basıldı: Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950). Kitapta Frederick W. Frey’e referansla 1920-1957 yılları arasında çoğunluğu gazete sahipleri ve yazarların oluşturduğu 75 gazetecinin milletvekilliği yaptığını söylüyor. Gazetecilerin siyasete ilgisi o yıllarla da sınırlı kalmadı, gazeteciler arasında siyasete, milletvekilliğine, danışmanlığa heves edenlerin sayısı hiçbir zaman düşmedi. 1980 sonrası medya sahiplik yapısı değişimiyle siyasete girmeden medya patronunun siyasilerle ilişkilerini “ayarlayan” yeni bir gazetecilik türü türedi. Bu türden gazetecilik o dönemde ve sonrasında siyasete girmekten daha az riskli ve daha kazançlıydı.
Bu eğilim uzun yıllar devam etti. Siyasi iktidarın, daha doğrusu Erdoğan’ın, artık bazı gazetecilere ihtiyaç duymadığı, eleştirilere tahammülü kalmadığı noktada işler değişti. Çoğu gazeteci işinden oldu, bir kısmı Cemaat’le AKP’nin arası bozulduğu için Cemaat için kullanışlı oldular ve eski hayat standartlarını sürdürebildiler. Bazısı köşelerinden parmak sallayan, bazısı istihbarattan elde ettikleri bilgileri analiz gibi yazan köşe yazarları olarak.
İstihbarat birimleriyle gazeteci ilişkisi de epey eskiye dayanır. Benim hatırladığım en bilinen örneklerden biri Emin Çölaşan’ın Hürriyet’te yazdığı yıllar boyu kendisinden “Minik Kuş” diye bahsettiği birinden aldığı istihbaratı bize gazetecilikmiş gibi sunması. En unutamadığım ise 10 Haziran 2006 tarihli “Kahraman” başlıklı yazısı. “Bir devlet büyüğü” vasıtasıyla buluştuğu bir istihbaratçının yurt dışında (siz Yunanistan diye okuyun) yaptıklarını öven yazı, şöyle satırlar içeriyordu: “Malzemeleri ayrıca gönderip o ülkeye geçtik. Onların turistik yörelerinde birkaç bomba patlattık, oraları da derhal boşaldı. Onların başkentinde, metronun önünde bir patlama oldu ve halk paniğe kapıldı. Sonra dikkat ettiyseniz, o ülkede de çok büyük orman yangınları çıktı. Güzelim ormanlarına yazık oldu. Ama bizi sabote eden yakınımızdaki ülke pabucun pahalı olduğunu ve ne ekerse onu biçeceğini görmüş oldu. Bir daha bu gibi işleri açıktan yapamadılar.” Yazının başlığına yine dikkatinizi çekeceğim “Kahraman”. Hatırlatırım Çölaşan bu yazısı nedeniyle yargılanmadı. Gazetecilerle “minik kuşlar”, “kahramanlar” ilişkisi ilginç bir konu, zaman zaman bazı ifşaatlar oluyor sonra üstü kapatılıyor.
GAZETECİYE AJANLIK TEKLİFİ
10 Ağustos’ta Evrensel Gazetesi Muhabiri Hasan Akbaş Facebook sayfasında 19.23’te şunu yazdı: “On gozlukopru deyim polis araclarinin gecisi sirasinda siddetli patlama yasandi. Cok sayida kisi yerlerde.” Hemen altında bir saat öncesinde Serpil Berk’in koyduğu Hasan Akbaş, Fırat Topal ve Sertaç Kayar’ın köprü kenarında birlikte çay içer ve eğlenirlerken fotoğrafları var. Patlamanın ardından gazetecilik refleksiyle olay yerine koşup fotoğraflar çekiyorlar, Avukat Rengin Akgül’ün aktardığına göre muhtemelen haberi yetiştirmek için oradan aceleyle ayrılırken polis kontrolünden geçiyorlar, aynı kontrol sırasında durdurulan araca da polisten izin alarak biniyorlar. Üçüncü arama noktasında nedense polis tarafından darp edilerek arabadan indirilip ters kelepçeyle gözaltına alınıyorlar. Avukatları gözaltı sırasında darp ve hakaretlerin yanı sıra gazetecilere ajanlık teklif edildiğini de açıkladı. Polisler Fırat Topal’a “hesabına para yatar” gibi teklifler sunmuş.
Neresinden tutulsa ayrı bir gazetecilik konusu ve basın özgürlüğü skandalı. Güvenliği sağlamakla görevli güçlerin, yargının gazeteciliğe bakışları epeydir sorunlu. Bu sağlıksız bakış maalesef yalnızca onlarla sınırlı da değil. Şermin Soydan 10 Şubat’ta Hakkâri Valiliği tarafından düzenlenen bir toplantıda Yüksekova’ya düzenlenecek operasyonda alınacak tedbirleri içeren belgeyi yayınladı. Belgenin gizli olması haber yapılmasının önünde engel değil. Çünkü gizliliği koruyacak olan kişi gazeteciler değil, içeriden bir sızıntı varsa onu bulmak ve suçlamak akla yatkın ama içeriğinde kamu yararı varsa gazeteci ulaştığı belgeyi de, içeriğini de yayınlar. Bu ayrı bir tartışma konusu olsa da Soydan’ı Assange ya da Snowden’la kıyaslamak bu açıdan oldukça saçma. Şermin’in tutuklanmasından yaklaşık bir ay önce Abdülkadir Selvi “Yüksekova operasyonunu kim sızdırdı?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Sızdıranın Cemaat olduğunu işaret eden yazıda, Soydan’ı “Bunu basit bir haber atlatma olarak göremeyiz” diyerek hedef gösterdi. Demokratik bir ülkede olsak ödül alacak bu genç gazeteciler burada gözaltında, cezaevinde, üstelik işkenceye maruz kalıyorlar. Gülen itirafçılarından çapraz sorguyla ibret hikayeleri çıkaran medyanın meslektaşlarına yapılanlara dair tek bir sözü yok. Selvi AKP kulislerini gazetecilik gibi sunduğu için alkışlanırken, Şermin Soydan müebbetle yargılanıyor.
Ama burada suç biraz da bizim sevgili okur, gazeteciliğe değil bize ne düşünmemiz gerektiğini söyleyenlere verdiğimiz pirimin de bunda payı var. Gazeteye haberleri için değil köşe yazarları için para verdiğimizden. Okuduğumuz ve gazeteci olarak tanımladıklarımız bizim yerimize gerçekten soru soruyor mu? Bizim için alanlara inip ne olup bittiğini araştırıyor mu? Bunları sorgulamadığımızdan… Medya bir yönüyle bize parmak sallayan değil, bizim adımıza soru soran, araştıran gazetecilere değer verdiğimiz, onlara sahip çıktığımız gün kendine gelecek. Kahramanlara değil gazetecilere ihtiyacımız var.
Not: Önümüzdeki hafta için izninizi isteyeceğim. 28 Ağustos’ta görüşmek üzere...
Evrensel'i Takip Et