Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı?
Fotoğraf: Envato
PKK’nin Van, Elazığ ve Bitlis’te arka arkaya giriştiği saldırıların arkasından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Hükümete, “Terörü bitirmek için muhalefetten ne istiyorsanız vermeye hazırız. Bugüne kadar ne istediyseniz verdik. Ama siz de terörü bitirin. Terörle mücadele konusunda elimiz zayıf diye bir sorun olmamalı. Dolayısıyla terörle mücadelenizi yapın ve ülkeyi bu beladan kurtarın. Elimizden gelen her türlü katkıyı yapacağız!...” diye çağrıda bulundu.
PKK’nin art arda gelen bombalı saldırılarına çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasına karşı sadece CHP’den değil HDP’den, EMEP’ten, ÖDP’den ve çeşitli demokratik kuruluşlardan da sert eleştiriler yapıldı; tepkiler gösterildi. Ama bu tepkilerde aynı zamanda Hükümetin bu büyük sorunu silahla, terörle mücadele gibi tamamen askeri önemlerle çözme politikası da eleştiriliyor, sorunun çözümünün, çatışmaların bitirilmesi ve bir biçimde görüşmelerin yeniden başlaması yoluyla çözülmesi talepleri de öne sürülüyor.
CHP Genel Başkanı’nın hükümete desteğini ifade ederken ise, “Ne isterseniz vereceğiz. Yeter ki terörü bitirin” demeye vardırması elbette ki, Hükümetin mevcut terörle mücadele konsepti”ne destek vermek için tüm kayıt ve koşullarını kaldırdığı anlamına gelmektedir. Çünkü burada sözü edilen “terör” basit, terörü “terör olsun” diye kullanan “felsefi teröristlerin” eylemi değil, arkasında bir dava olduğunu savunan bir örgütün “terörü”dür! Bu yüzden de CHP’nin, “terörü bitirin de ne yaparsanız yapın” anlamına gelen desteğini verirken aynı zamanda Hükümetin mevcut, Kürt sorununu askeri ve polisiye operasyonlarla çözme politikasına “açık çek” vermektedir.
Oysa, siyasette yakın geçmişi izlemiş olan herkes anımsayacaktır ki, bugüne, her gün üç beş insanın (polis, asker, gerilla, sivil) hayatını kaybedip, pek çoğunun yaralandığı, bombalı sadırların, çatışmaların yaşandığı günlere, iki buçuk yıl boyunca hiç kimsenin ölmediği, bölgede hayatın normale döndüğü uzun bir “barışçıl çözüm için yapılan görüşmelerin” görüşmeler dönemin arkasından gelinmiştir.
Bu görüşmeleri yürüten AKP Hükümeti bugün de Hükümettir; bu görüşmelerde aracı olana HDP heyetinin üyeleri, dokunulmazlıkları kalkmış olsa da halen Meclistedir; yine bu görüşmelerin tarafı olan PKK’nin yönetiminde de bir değişiklik olmamıştır.
Yani eğer istenirse, öncekiyle aynı biçimde olmasa da belki Meclis’in daha çok inisiyatif aldığı, bir “barış süreci” başlatılabilir. Ki, Suriye’deki gelişmeler ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un da işaret ettiği gibi bu konuda da artık eskisi gibi gidilemeyeceğini göstermektedir.
CHP Genel Başkanı da eğer bu sürece bir katkı yaparsa CHP’nin çıkışı anlamlı olabilir; çatışmanın, saldırıların önlenmesi için de daha ciddi bir destek verilmiş olabilir. Aksi halde Hükümetin zaten elindeki tüm imkanlarla sürdürdüğü ve bugüne kadar çatışmaların ve şiddetin büyümesinden başka bir işe yaramadığı görülen “askeri çözüme” destek vermek sadece daha çok ölümü, daha çok çatışmayı, daha çok şiddeti teşvik etmek anlamına gelir!
Kılıçdaroğlu’nun bu tutumu, 30 yıldır süren bu savaşı sürdüren “ezerek çözme” zihniyetine “açık çek” vermektir! Ki, bu tutum, CHP’nin bu yılar boyunca çeşitli zamanlarda Kürt sorununun barışıl çözümüne dair yayımlamakla övündüğü bildirgeler ve çeşitli zamanda Meclise verdiği önergelerle de çelişmektedir.
Günaydın sayın Kurtulmuş!
Hürriyet Daily News’den Murat Yetkin’in haberine göre, 17 Ağustos günü bir grup gazeteci, öğretim üyesi ve “düşünce kuruluşu” temsilcisi ile yaptığı toplantıda, “Fırat’ın batısının ‘kırmızı çizgi’ olarak ilan edilmesi, ‘tampon bölge’ ısrarı, açık sınır politikasını da içeren Suriye politikalarını” da kapsayacak biçimde değerlendirmeler yapan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, “Başımıza gelen birçok şey Suriye politikasının sonucudur” demiş!
Suriye konusunda “Başkaları da öyle, ama biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık” diyen Kurtulmuş; “Ben bunu yıllardır söylüyorum. Keşke zamanında geçerli bir barış perspektifi geliştirilebilseydi. Yakında inşallah dışarıdan zorlamayla değil, Suriye halkının kabul edebileceği bir çözüm bulunacaktır. Böyle bir süreç yaşanmaktadır. Burada Rusya ile ilişkiler önemli” diyerek de bir “özeleştiri” yapmış!
Bunları söyleyen, sıradan bir TC vatandaşı değil, 15 yıldır ülkeyi tek başına yöneten ve bu 15 yılın son üçte birinde de şimdi Kurtulmuş’un “Başımıza ne geldiyse bu politikalardan geldi” dediği Suriye politikasının mucidi ve uygulayıcısı AKP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı!
Üstelik Başbakan Yardımcısı “Ben bunu yılladır söylüyorum” diyerek kendini bu politikanın dışına da atmış ama AKP Hükümetlerinin Suriye politikası, bu ülkenin gazetecileri, muhalif siyasi parti ve çevreleri tarafından tam da Kurtulmuş’un sözünü ettiği konular başta olmak üzere eleştiriliyor, Hükümetten bu yoldan dönmesi isteniyordu. Ama AKP Hükümetleri bu eleştirileri, vatan hainliği, casusluk, kendi hükümetlerini yabancılara jurnallemek olarak karşıladı!
Ama bir gün ülkenin Başbakan Yardımcısı çıkıyor; “Suriye politikamız yanlışmış. Başımıza ne geldiyse onun yüzünden geldi” diyor.
Elbette insanın aklına da, altı yıllık uykuyu bitirdiğinize göre “günaydın” demek geliyor. Ama herhalde bu ölçüde büyük bir dış politika günahı da bir “günaydın”la geçiştirilemez. Çünkü burada sözü edilen son 5-6 yıldır ülkenin başına gelenlerin sorumlusu görülen ve ülkenin iç politikasını doğrudan etkileyen; (ki ülkenin bana gelenleri saysak buradan köye yol olur!) politikadır.
Öyleyse bunun bir hesabı, bir hesap soranı, bir hesap vereni, bir yaptırımı da olmalıdır!
Kurtulmuş’un söyleminden öyle anlaşılıyor ki, Hükümet battığı Suriye batağından Rusya’nın “ipine” sarılarak çıkacağını umuyor!
Hesaplar öyle yapılıyor görünüyor ama Rusya’nın ipinin bu ağırlığı taşıyacağı da çok kuşkulu!
Ve en önemlisi de Suriye’deki “yanlış hesap” şimdi Bağdat’tan dönse de Hükümetin “doğru hesabının” ne olduğu da belli değildir!
Çünkü bu hesabın, Türkiye’nin kendi Kürtleriyle barışmaya kadar götürülmeden “sağlaması” yapılamaz!
Çünkü Suriye sorunu sadece Suriye sorun değil, aynı zamanda bölgenin Kürt sorunu, bölge halklarının özgürlük mücadelesi sorunudur.
Çünkü Suriye sorunu aynı zamanda, mezhepçiliğe, her türden ümmetçiliğe karşı bir laisizm sorunudur!
Ve ancak bütün bu sorunlar bağlantılı ele alınıp bir çözüm yoluna girilirse, ne Rusya’nın ne ABD’nin ne de Suudi Arabistan’ın, Katar’ın (cihadist gurupların) “ipine” ihtiyaç kalmadan Suriye batağından bir çıkış yolu bulunabilir.
AKP Hükümeti bunu ne ölçüde yapar derseniz; Suriye’de büyük bir manevra yapsa bile, bunun için umutlu olmak için, ne yazık ki, fazla bir neden yok!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00
- Öncesini unutmadan seçimden sonrası! 04 Kasım 2015 00:52