Matinede borazanlı protesto
Kıl Güngör oradadır, Barsak Süha, Asaf Çiğiltepe, Hasan Pulur, Fikret Hakan, Demirtaş Ceyhun, Cemal Hoşgör ve daha niceleri.
Baylan’dan yola çıkan Hasan Pulur ile Demirtaş Ceyhun yakındaki kuru fasulyeciye çökmüşler, yemek süresince ve kendiliğinden “örgüte katılım” kaçınılmaz hale gelmiş. Sakin başlayan gün, Tepebaşı’ndaki Dram Tiyatrosu’nda Türk Edebiyatçılar Derneği’nin düzenleyeceği “Şiir ve Müzik Gecesi”ni protestoya evrilmiş hızla.
Kim protesto edilecek? Meselenin bir yönü de bu aslında. Dram Tiyatrosu’nun önü sakin. Biletini alanlar kapıda ayaküstü sohbet ediyor. Edebiyattan, gündelik hayattan konuşuyorlar. Bir zamandır karşılaşmayan tanıdıkların selamlaşmaları, kucaklaşmaları seyrediyor zamanı. Tarih mi? 2 Nisan 1956. Mevzunun aslını okuduğumuz Ahmet Oktay, “Gizli Çekmece” kitabında, tarihi 2 Mayıs 1956 olarak verse de Milliyet gazetesinin arşivinden olayın 2 Nisan 1956 olduğu kesinlik kazanmış durumda. Zira, protesto olur da Milliyet yazarlarından Peyami Safa işin içine zehir zemberek girmez, solcu gençleri devlete ihbar etmez mi? Estağfurullah!
Bir kuşak yazınsal iktidarı değiştirmenin peşindedir. Sait Faik’ten ötesi ve öncesi yazınsal bir enkaz olarak durmaktadır karşılarında ve bu enkazı kaldırmak telaşıyla hücum ederler. Dram Tiyatrosu’nda “korsan eylem” yapacak, Yakup Kadri, Behçet Kemal Çağlar gibi yazar ve şairlerin katılacağı “Şiir ve Müzik Gecesi”nde eskiyle hesaplaşacaklardır. O geceki olayı Sefa Kaplan’a şöyle anlatır Hasan Pulur:
“Onlar eski kuşak, yazdıkları eskimiş. Behçet Kemal Çağlar kendi kendine ‘milli şair’ unvanını takmış. Nereden ‘milli şair’ oluyor, biz ‘gayr-ı milli şair miyiz’ diye konuşuyorduk aramızda. Onların tarzlarına ve edebiyat anlayışlarına tepkiliydik. Mesela onlar, ‘Sanat sanat içindir!’ diyorlardı, biz de ‘Hayır, sanat toplum içindir!’ diyorduk.”
Her şey bir yana genç kuşak edebiyatçılar insana dair ve daha adil bir dünya idealiyle bakıyordu hayata. İnsanların yaşam koşullarının yanı sıra, edebiyata çöreklenen bu hantallığın da değişmesini istiyorlardı. Yakup Kadri’nin bahsedilen kadar olmasa da Behçet Kemal’in ‘milli şair’liği ve milletvekili maaşıyla geçinmeyi meslek haline getirmiş olması genç edebiyaçıları rahatsız ediyordu.
Dram Tiyatrosu’nda her şey olması gerektiği gibi tıkır tıkır işliyordu. Salondakiler ve balkondakiler yerlerini almış programın başlamasını bekliyorlardı. Barsak Süha’nın salona borazanıyla geldiğinin farkında değildi kimse. Olayın başlangıcını “Gizli Çekmece” kitabında şöyle anlatıyor Ahmet Oktay:
“Ama, birden, hiç ama hiç beklenmedik bir şey oluyor: balkondan, bir borazan sesi yükseliyor. Tam borazan sesi de değil bu. Kesik kesik, ama tiz bir ses. Bir bisiklet kornası sesi. Herkes şaşkın, ne olduğunu anşılamaya çalışırken, yükselen ‘yuh’ nidaları arasında, yukarıdan, bir pankart açılıyor: ‘Matine dörüt erleri! Essalamün aleyküm.’ Ortalık tam curcuna. Korna sesine ‘yuh’ sesleri ve ‘aylıklı şair’ gibi haykırışlar karışıyor.”
Cemal Hoşgör paradiden aşağı sallandırmıştı “Matine dörüt erleri! Essalamün aleyküm.” pankartını. Mizah devredeydi; Nurullah Ataç da payını alıyordu bu pankarttan doğrusu. Ataç o dönemlerde sanat/edebiyat için “dörüt” sözcüğünü karşılık olarak bulmuştu. Bir pankartta “alayına isyan” ediyordu genç edebiyatçılar, borazan sesi de cabası.
“Soğuk Savaş” dönemi efendim, kolay mı? 33 kişiyi gözaltına alıyor polis. Demokrat Parti’nin borazanlığını yapan Ekspres, “Komünist Gençler Dram Tiyatrosu’nu bastı” diye atıyor manşetini. Mesele kuşaklar arası bir edebiyat çekişmesinden çıkarılıp, “komünist gençlerin provokasyonu”na sürükleniyor bir güzel. Cumhuriyet’te tek sütunluk haberi, aynı kitabında şöyle aktarıyor Ahmet Oktay: “Dram Tiyatrosu’nda Kavga/ Şiir ve Edebiyat Gecesi’nde galeride oturanlar birbirine girdi.”
Peyami Safa duruma el atıyor haliyle ve Milliyet gazetesinin 4 Nisan 1956 tarihli baskısındaki köşe yazısında olayı “yaman hafiye” olarak çözüp adresi gösteriyor:
“… Dram Tiyatrosu’ndaki vak’ada da gazeteci arkadaşların pek iyi tanıdıkları bâzı sicilli komünistler vardır. Bu defa Dino’ların tohum ektikleri ve senelerden beri bir solcu yuvası hâlinde kaynadığını içinden ve pek yakından bildiğimiz Güzel San’atlar Akademisinin bâzı gençleri hâdiseye alet olmuşlar. (…) Behçet Kemal Çağlar gibi yalnız milliyetçi şâirlere yöneltilen toplu hücumun sırf edebi bir galeyandan doğduğuna asla inanılamaz.”
“Objektif” adlı köşesinde, genç edebiyatçıları huzurla ihbar eden Peyami Safa, birikmiş kin ve nefretin tohumlarını gelecek nesillere devretmek için yazıyordu satırlarını.
Genç kuşak edebiyatçılar, özellikle de Maviciler, yazınsal iktidarın gidişatına çomak soktular elbette. Edebiyatı insana ve doğaya dair kılmak için verdikleri mücadelede başarılı oldular. Ama tahammülsüzlüğün boyutlar değişmedi, kuşkusuz.
Tek tip insan yetiştirmenin bütün olanaklarını bugün de kullanan devlet, ihbarcı kalemşörlerinden el alarak tiyatrocuları kapı dışarı etmekte, yazarları gözaltına almakta, gazetecilerin kapılarını kırarak girmektedir ev içlerine. Kendi gibi düşünmeyen herkesten öç almaktan geri kalmayan iktidar için pankartımız hazır:
“Matine dörüt erleri! Essalamün aleyküm.”
Evrensel'i Takip Et