22 Ağustos 2016 01:00

Bir adım ileri atılırken iki adım geriye düşmek

Bir adım ileri atılırken iki adım geriye düşmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP Hükümeti, çöken Suriye politikasını toparlamak için çabalıyor ama “Suriye politikasını değiştireceğiz” içerikli her açıklamadan sonra, “Aslında Suriye politikasını değiştirmeyeceğiz” anlamına gelen “düzeltmeler” yapılıyor.
Zaten değişikliğin ne olacağına dair sorulara verilen yanıtlarda da sanki bir “U dönüşü” yapılacakmış gibi görünse de gelinen noktada sadece günü kurtarmak için, “Esad’la uzlaşılacağız” ama Suriye politikasının çöküşüne yol açan diğer “kırmızı çizgi” olan Rojava, PYD, YPG konusunda eski ısrarın sürdürüleceği anlaşılmaktadır.

SURİYE POLİTİKASI YENİ OSMANLICILIĞIN YANSIMASI

Nitekim önceki gün yabancı medya temsilcilerine konuşan Başbakan Binali Yıldırım, Suriye politikasını değiştireceklerini yineledi; Türkiye’nin İran, Körfez ülkeleri, ABD ve Rusya'nın ortak katılımıyla Suriye'de çözüm bulunması için çalışılabileceğini söyledi.
Birkaç gün önce, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, “Başımızı ne geldiyse Suriye politikasından geldi!” diyerek Suriye politikasına en radikal eleştiriyi yöneltmesinden sonra Başbakan Yıldırım, “Suriye politikasında yarım U dönüşü” diyebileceğimiz dönüş tarif etti.
"Türkiye önümüzdeki 6 ay içinde Suriye konusunda bölgesel bir oyuncu olarak daha aktif bir rol üstlenecek. Suriye'nin etnisite temelinde bölünmesine izin vermeyeceğiz. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad geçiş döneminde muhatap alınabilir ama Suriye'nin geleceğinde bir yeri olamaz" diyen Başbakan Yıldırım, Suriye politikasında gerçek bir dönüşüm yapılacağına dair bir işaret vermedi.
Çünkü; Suriye politikası Suriye’nin orijinalitesinden dolayı üretilen bir politika değildir. Tersine Türkiye’nin 2007’den itibaren yöneldiği, “aktif dış politika” kavramı etrafında geliştirilen ve diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyi Osmanlı mirasının sürdürücüsü olarak kendi hakkı gören “yeni Osmanlıcı” dışı politikanın Suriye’de ete kemiğe büründürülmeye çalışılmasıdır.
Bu “yeni Osmanlıcı” dış politika, “Suriye’ye rejim dayatmak”  biçiminde tezahür etti.
Suriye’de barışın kurulması için Türkiye;
- Esad’ın gitmesini şart koşarken,
- Rojava’daki kantonların özerkliğinin tanımaması ve Rojava’nın özerkliğini savunan PYD ve YPG’nin terörist  örgütler olarak görülmesi ve Suriye’nin geleceği ile ilgili görüşmelerde bunların yer almamasını “kırmızı çizgi” olarak ilan etti.
Aslına bakırsa, AKP Hükümeti’nin, “Suriye politikasında önemli değişiklik yapıyoruz” iddialarına karşın, gerçekte, “Esadlı geçişe” göz yumacağını söyleyerek (Kendileri Esad’ı yine muhatap almayacak ama başka ülkelerin almasına itiraz etmeyeceklermiş!) sadece sıkıştığı köşeden kurtulmak ve günü kurtarmak istediği anlaşılıyor.
Yani Türkiye bir yandan “Esad’ın Suriye’nin geleceğinde yeri olamaması gerektiği”nden öte yandan da Rojava kantonlarının özerkliği ile PYD ve YPG konusunda “kırmızı çizgilerini” sürdürerek, Suriye krizindeki asıl sorunu olan Suriye’ye rejim dayatmaya devam ettiğini, edeceğini göstermektedir.

DEĞİŞİKLİK İÇİN REJİM DAYATMAKTAN VAZGEÇMEK ŞART!

Diğer ülkelerde hegemonyasını sürdürmek isteyen emperyalistler kendi iş birlikçilerini o ülkelerin yönetimlerine getirirken, ayın zamanda o ülkelerin nasıl yönetileceğine de karar vermişlerdir.
Türkiye de “yeni Osmanlıcı” dış politikayla aynı yolu izlemeye yönelmiş, ama buna gücü yetemediği için bölgede çıkar peşinde koşan; bölgenin haritasını kendi çıkarlarına göre yeniden çizmek isteyen emperyalistler ve bölge gericiklerinin oluşturduğu bloklara katılmak, üslerini emperyalistlere açmak, bölgede faaliyet gösteren cihadist terör örgütlerini dış politikasının dayanağı yapmak yoluna girmiştir.
Dolayısıyla Türkiye Suriye’ye rejim dayatmak yerine Suriye’nin geleceğini nasıl bir rejim altında yaşacakları, birlik ve bütünlüklerini (toprak bütünlüğü deniyor) nasıl sağlayacağını, özerklikle mi, federasyonla mı sağlayacağı yoksa, başka çözümler mi bulacağına müdahale etmeyen, halkların kaderlerini tayin hakkına saygı gösteren bir çizgiye çekilmeden, “başa gelen bütün belaların nedeni” olarak görülen “Suriye politikası”ndan gerçek bir kopuş sağlayamaz.

SORUN LAF VE VAATLERLE GEÇİŞTİRİLEMEYECEK KADAR BÜYÜK!

Bu yüzden de yetkililer tarafından yapılan; “Altı ay içinde çok önemli değişiklik olacak”, “Yeni bir inisiyatif alınacak”, “Bütün başımıza gelenler Suriye politikasındandır” gibi açıklamalar yapılmaktadır ama dış politikanın esasına ilişkin bir değişiklik yapmadan Suriye politikasında gerçek bir değişiklik çok zor hatta imkansız görünmektedir.
Bu yüzden de Hükümetin günü birlik kimi açıklamaları, “yarım U dönüşü” denilebilecek, ama pratikte bir adım ileri atılırken iki adım geriye düşülebilecek manevralar, sorunu çözecek gibi görülmediği gibi, Türkiye’yi çatışmaların daha da içine çekecek bir mecraya sürükleyebileceğini de göstermektedir.
Çünkü, süreç ilerledikçe, dün risksiz olan riskli, dün masum olan büyük bir sorun haline gelir.
Özellikle de Suriye’de “siyasi çözüm” süreci ilerledikçe Türkiye’nin diplomaside bir “renk” olarak durmasında sakınca görülmeyen “kırmızı çizgileri” sahada silahlı çatışmaları kaçınılmaz kılacak bir etkene dönüşebilir.
Suriye sorunu büyük bir sorundur ve Türkiye, bu büyük sorunun yarattığı bataklığa boğazına kadar batmış bir ülke olarak, günübirlik açıklamalarla, altı aya yayılacak “umut dağıtan” açıklamalarla geçiştiremeyecek bir konumdadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa