29 Ağustos 2016 01:00

Arkadaşlık... (Oğuz Akkan-Ümit Kortun)

Arkadaşlık... (Oğuz Akkan-Ümit Kortun)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Oğuz Akkan’ı anımsar mısınız?
Cem Yayınevi’nin kurucusu…
İlk gençliğinde şiir yazmış. Benim de görmediğim bir şiir betiği de varmış. Bunu onu da yitirdiğimiz Prof. Dr. Yılmaz Manisalı’dan öğrenmiştim. Sınıf arkadaşıydı Oğuz’un… Sözünü ettiğim şiir betiğinin satışında ona yardım etmişti…

Cem Yayınevi, en önemli yerli-yabancı yapıtları yayınladı. Aydınlanmaya gerçek katkıda bulundu… Oğuz yapıt üretmeyi bilirdi. Bir betiği düşündü mü, yaratıcısı ile ilişki kurar, betiğin oluşmasına omuz verirdi. Orhun Anıtları için oraya, Nazım için Moskova’ya gittiğinin tanığıyım. Kimi yolculuklara ben de katıldım.

Nobel’i kimin alacağını önden görebilirdi. Kimi betikleri Nobel duyurulduğu gün yayınlanmış olurdu.
Yalnızca bizdeki anlamda bir yayıncı değildi. Batılı anlamda bir “editör”lüğe başlamıştı bile…

Oğuz’un en iyi arkadaşlarından biri Ümit Kortun’du.
Şimdi böyle arkadaşlıklar kaldı mı bilmiyorum. Oğuz nedeniyle Ümit, benim de dostum olmuştu.
Onun Oğuz ile ilgili bir yazısını, oğlu Vasıf Kortun bana iletti. Bu yazıyı okuduğumda dostluklarımı düşünmeden edemedim. İkisi de benden sanırım iki yaş büyüktüler. Bir kuşaktan sayılırdık.
Koşullarımız, okuduklarımız, kavgalarımız, umutlarımız birdi.

Okuyacağınız betikde yokluklar içinde yetişmiş bizim kuşağımızı bulacaksınız. Ben bu satırları okurken, bu kültür kazanından, üç kuruşluk olanak için, kaçmak isteyen gençleri düşündüm. Kendilerine verilenlere karşı bir sorumluluk duymayanları… Elbette onları bu duruma düşürenleri de…

Ümit’in betiğini bir de siz okuyun istedim. Yazının noktasına virgülüne dokunmadan sunuyorum onu size:

Haziran 91
OĞUZ’LA DÖRT ON YIL

Kırklı yılların sonlarında soğuk, yoksul (sanki herkes yoksuldu) kış gecelerinde ders kitapları dışında kitabımız yok gibiydi. Kimi geceler Oğuz’un eldivenleriyle uyuduğunu anımsıyorum, gülerdik. Günümüz parklarda geçerdi. Harbiye, İnönü, Maçka parkları… Bugün Hilton’un bulunduğu arazi de dutluktu, pazar günleri kuşçular gelirdi. Kuşları dinler, ders çalışır, tavla oynardık. Vali Konağı Caddesi (Harbiye) Şafak sokağında (Nişantaşı), dört duvar evlerimizde geçen genç günlerimizin sıcaklığı sonraları bizi birbirimize hep yakın tuttu. Oğuz’un o günlerde Kadırga’da yurtta, Aksaray’da ablasının yanında kaldığı olurdu. Onu beklerdik. O kadar kendine benzerdi ki öyle kaldı.

Ellili yılların başlarında fakültelere dağıldık. Steinbeck, Duhamel, İstirati, Faulkner, Orhan Veli, Sait Faik ve (kulaktan kulağa) Nazım’ları okurduk. Ortalarında ekmek kavgalarımız. Oğuz Babıali’ ye geçmişti, ilerliyordu. Akşam gazetesinde ziyaretine giderdim. Suna’yla evlendiler. Önce Vasıf  (oğlum)
Sonra Cem dünyaya geldiler, baba olduk. Oğuz’un dünyaya barışçı ve mantıklı bir bakışı vardı. Hep öyle kaldı.

Altmışlı yıllarda Babıali’de birlikteydik, yorgun ama umut dolu günlerdi. Kurduğu yayınevine oğlunun adını vermişti. Çevresinde yeni insanlar, yazarlar, çevirmenler, Nobel, 20. Yüzyıl dizileri. Kırklı ellili (bir bakıma kitapsız) yıllardaki açığımızı ve açlığımızı kapatmak istiyordu. En çok gittiğimiz akşamlar Kumkapı’da Küçük Deniz, Köprüaltı’nda Eşref Şefik’in yeri  (Kör Agop), Yeşilköy’de Bulgar’ın meyhanesi. Haftanın bir gününde Sabahattin (Eyüboğlu) beylerde geçen saatleri coşkuyla anlatırdı. Sürekli projeler üretir, birlikte iş yapalım isterdi. Ve öyle kaldı.

Yetmişli yıllarda yayınevi büyümesini sürdürdü. Yayınları ülkenin her yerinde güvenilir, aranılır, okunur oldu. Sürekli geziler yapıyordu, anlaşmalar yapıyor, kitaplar getiriyordu. Soluk soluğaydı. İşiyle yaşamı iç içeydi, ayıramazdım. Oğuz ve Selah’la birlikte müthiş keyifli geziler yapardık. Hiç uyumadan geçirdiğimiz gecelerin içinde bile hep gülümserdi. Bir arada yaşamayı severdi, demokrat bir kişiliği vardı ve hiç değişmedi.

Seksenli yılların hemen başında doktorlar gitmiştik. Aldırmıyordu. On, yirmi yıl sonrası üzerine konuşmalar yapıyordu. Onu durdurmak değil yavaşlatmak istediğim oldu, ama olamadı.

Sabahları işime giderken Arnavutköy 1. Caddeden, ya da kazıklı yoldan geçerken bir evin pencerelerine bakarım. Garip bir duygu. Işık varsa Cem’in yoksa Oğuz’un yüzü gelir gözümün önüne.
Ümit Kortun

Oğuz’u da, Ümit’i de yitireli çok oldu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa