01 Eylül 2016 01:00

Emek ve barış

Emek ve barış

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Dünyada ve Türkiye’de halkların ağır bedeller ödemesine neden olan ve sürekli kışkırtılan savaş politikaları, ortak çıkarlara sahip olan işçi ve emekçileri şoven propaganda üzerinden karşı karşıya getirmek için sürekli kullanılıyor.
İşçi sınıfının farklı kimlik, inanç, mezhep ve siyasi görüşten oluşması, savaş ve çatışma koşullarının yarattığı yıkımın yanı sıra, sınıfın birliğine ve mücadelesine yönelik en büyük tehdit olmayı sürdürüyor.
Türkiye’de yıllardır savaş politikaları üzerinden yaratılan karşılıklı cepheleşme, milliyetçiliğin yükseltilerek ırkçılığın körüklenmesi, farklı kimliklerden emekçilerin birbirine karşı kışkırtılmasına, hatta düşman edilmesine neden oldu. Emekçilerin saflarında savaş politikaları nedeniyle yaşanan karşı karşıya gelişler, iktidarın ve patronların kazanılmış haklarına saldırırken daha cesaretli davranmalarını sağlarken, savaş bahanesiyle önemli hak kayıpları yaşandı. Savaş politikalarının belirleyici etkisiyle en temel haklarına yönelik saldırılar karşısında bile tek vücut olarak hareket edemeyen emekçiler, savaş dönemlerinde toplumun diğer kesimlerine göre daha fazla zarar görüyorlar.
Emekçilerin en temel hak arama eylemleri, mücadeleci sendikalarda örgütlenme girişimleri, direniş ya da grevlere katılanlara yönelik “Bunlar terörist”, “Arkalarında bölücüler var” gibi ifadelerin sürekli kullanıldığı biliniyor. Hakkını arayan işçiler fabrikalarda kendi çıkarları için birlik olup harekete geçtiklerinde, o meşhur savaş dilinin hemen devreye girdiğini görüyoruz. İşçilerin bir kısmı bile savaş dilinden etkilenerek geri adım attığında mücadelenin zayıflaması ve patronların elinin güçlenmesi kaçınılmaz oluyor.
Türkiye’de her fırsatta savaş çığlıkları atıp, iktidarın saldırgan politikalarına destek veren sendika ve konfederasyonlar el üstünde tutulurken, eşitlik, özgürlük ve barış talep edenlerin “hain” ya da “bölücü” olarak hedef tahtasına konulması dikkat çekici. Memlekette peş peşe acılar yaşanırken, ağızlarını her açtıklarında savaşı ve ölümü kutsayanların değil, barışı, yaşamı ve yaşatmayı savunanların yanında saf tutmak, herkesten önce emek örgütlerinin görevi olmak zorunda.
İşçi ve emekçiler açısından yaşam güvencesinin olmadığı koşullarda, iş güvencesinin tartışılması, ekonomik ve sosyal hakların korunması asla mümkün değildir. Emek mücadelesinin güçlenmesi, en temel sorunların kalıcı olarak çözülmesi ile savaş politikalarına karşı yürütülen/yürütülmesi gereken mücadele,[RTF bookmark start: _GoBack][RTF bookmark end: _GoBack] daha önce hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumda.
İktidarın savaş politikalarına karşı barışta ısrarcı olmak, farklı kimlik, inanç ve mezhepten olan, yıllardır barış içinde bir arada yaşamı savunan herkesi barış mücadelesinde birleştirmeyi gerektiriyor. Çünkü yaşam hakkının olmadığı, barışın ve özgürlüklerin yerleşmediği bir ülkede emekçilerin ekonomik kazanımlarını koruması, eşit yurttaşlar ve gerçek anlamda özgür bireyler olarak bir arada yaşamaları mümkün değil.  
İşçi ve emekçiler açısından iç içe geçmiş olan emek, barış ve demokrasi mücadelesinin birlikte savunulması, egemenlerin çıkarlarına dayanan savaş politikalarını tereddütsüz reddetmeyi gerektiriyor. Bu yapılmadığı sürece gerçek anlamda demokrasiyi kazanmak, Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözüme kavuşması ve tüm inançların özgürce yaşamasını sağlamak, emekçilerin hak arayışlarının önündeki engelleri kaldırmak söz konusu olamaz.
Emekçilerin safı, ırkçı hezeyanlar üzerinden içeride ve dışarıda savaş çığlıkları atanların, masa başında kahramanlık destanları yazanların değil, savaş politikaları nedeniyle sefalet ücretine, işsizlik ve yoksulluğa mahkum edilenlerin safı olmak zorundadır. Çünkü savaşın ve silahların konuştuğu, yaşamın değil ölümün ve öldürmenin kutsandığı bir ülkede ne emekten, ne özgürlükten, ne de barıştan bahsedilebilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa