Yiğit ve kitapsız şair
“Ooo! Suphi nasılsın?”
“Teşekkür ederim efendim.”
“Bir ihtiyacın, isteğin var mı?”
“Sağlığınız ve MİT’in kaldırılması lütfen.”
İsmet İnönü ile Suphi Taşhan’ın babası Cemal Bey arada yarenlik edermiş. Nedenlerini yazacağım sürgünden döndükten bir süre sonra, Hilmi Büyükşekerci’nin aktardığına göre, İsmet İnönü ile Suphi Taşhan arasında geçmiş yukarıdaki konuşma.
. . .
Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevi’nde yatarken, bir mukavvanın üstüne yazıp ranzasına astığı iddia edilir Suphi Taşhan’ın aşağıdaki dizelerini.
Bahar beklediğimi getirmedi
Bahar yine gelir
İş gelip Nâzım’a dayanınca Emin Karaca’ya sordum, doğrulatmak için. “Belgesi olmadığını ama sözlü tarihte yeri olduğunu,” söyledi. Güney Özkılınç “Nâzım’ın Bursa Yılları” çalışması süresince “Suphi Taşhan’ın dizelerine dair herhangi bir yazılı ya da sözlü bilgiye” rastlamadığını dile getirdi telefon konuşmamızda.
. . .
İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru, Türkiye devleti içeride kendini daha bir güvende hissetmek için Sıkıyönetim Komutanlığı aracılığıyla sürgünlere başladı. Şairlerin barıştan yana tavır almaları ve barış şiirleri yazmaları endişe yarattı iktidarda. Güvenlik gerekçe gösterilerek İstanbul’un dışına sürüldü nice insan. İstanbul’dan sürülen Abidin Dino, Abidin Nesimi, Fehmi Yazıcı, Talha Balkı, Arif Dino gibi aydınların arasında Suphi Taşhan da vardı, babasının memleketi olan Niğde’ye sürülmüştü. Bir süre Niğde sürgününde kaldı Taşhan. Geniş aile çevresinin olanaklarını kullanıp araya adamlar koyduktan bir süre sonra Ankara’ya dönmesine karar verildi.
Şiirlerini rastgele kâğıtlara, elektrik makbuzlarına, kese kâğıdına, gazete köşelerine yazan bir şair gür sesiyle ürkütmüştü devleti. O dönem, şair demek zaten “solcu” demekti. Şairsen solcusun. Solcuysan devletin başına belasın. Belaysan devlet seninle uğraşır. Suphi Taşhan, neredeyse yaşadığı süre boyunca takip edildi. İnönü’den “MİT’in kaldırılması”nı istemesi normaldi. Mağazalar taksitle ürün verirlerdi. Suphi Taşhan ve üç-dört arkadaşı gıcır bir radyo almışlardı taksitle. Radyoyu peşin paraya satıp Kürdün Meyhanesi’ne çökeceklerdi. Nitekim birkaç yoklamadan sonra pazarlık ettikleri bir kahveciye satıp oturdular meyhane masasına. Ceplerinde o geceyi idare edecek para vardı ama siviller masadan tek tek kaldırıp onları Hacı Bayram Camii yakınlarındaki siyasi şubeye götürdü. Radyo gıcır ya, piyano tuşlarına benzeyen tuşlar da var üstünde. Suphi Taşhan’ı takip eden polis yeni radyonun içinde verici de olduğundan şüphelenmiş meğer. Sorgunun ardından serbest bırakıldılar ama hepsinin burnundan geldi gece.
Sorduklarında sevdiği beş şairi sıralardı daima: “Nâzım, Dinamo, Melih Cevdet ve ben…” Beşinci şairi her defasında açıkta bırakır, o sıra masada hangi şair varsa onun adını söylerdi. İkna gücü o kadar yüksekti ki, “eee hani dün beşinci şairin bendim,” diyen çıkmazdı masada.
Çok zengin bir ailenin çocuğu olarak 1921 yılında dünyaya gelen Suphi Taşhan, babasının varlığıyla ilgilenmez. Paraya hiç önem vermediği, hatta cebinde ne kadar para varsa bir an önce kurtulmak için telaş ettiği, içki masasında herkesten önce davranıp hesabı ödemek için öne atıldığı ve genellikle de bütün masanın hesabını ödediği yazılıdır hakkındaki kaynaklarda. 1937-1939 yılları arasında Bursa Erkek Lisesi’nde okur. Sonra ver elini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi.
Suphi Taşhan’ın ilk yazıları Yeni Adam dergisinde yayımlanır. Kimler yoktur ki Yeni Adam’da; Sait Faik, Abidin Dino, Suavi Koçer, Hasan İzzettin Dinamo, Ömer Faruk Toprak… ve hepsi Beyazıt Camii’ne yaslı, Küllük’e gider. Küllük, Türkiye’nin en önemli edebiyat mahfillerinden birisidir. Aynı adla bir dergi bile çıkar bu mahfilden, ilk ve son sayısında Suphi Taşhan’ın da bir şiiri vardır. Orhan Veli’nin “Tahattur” şiiri bahane edilerek Küllük dergisi önce toplatılır, sonra da kapatılır zaten. Küllük’teki buluşmalarda sivil polisler çevreye müşteri gibi üşüşünce Abidin Dino, arkadaşlarını “Hişşşt! Sivri sinek,” diye uyarır hatta.
Okulu bitirip avukatlığa başlar Suphi Taşhan. Mualla Hanım ile tanışırlar. Her yere çiçekle giden, çağrılı olduğu halde gidemediği her yere çiçek gönderen Suphi Taşhan, Mualla Hanım’ı gördüğü an evlenmeye karar verir ve bunu bildirir kendisine. Cüretine kızsa da hanımefendiyi zamanla aşık eder şair kendisine ve nihayet evlenirler.
Suphi Taşhan şiir yazmaya devam eder durmaksızın. Ülke sıkıyönetim öncesindedir ve ikinci çocukları dünyaya gelmiştir Taşhan ailesinin. Kızılay toplantılarına katılır Taşhan. Hükümet bu toplantılara katılan herkesi “komünist” ilan eder ve Suphi Taşhan da tutuklananlar arasına katılır pek tabi. Bir süre sonra serbest bırakılır ama sağlığı iyi değildir. Çıkar çıkmaz ilk iş olarak doktora gider. “Bir şeyin yok, eve gidip dinlen,” öğüdünün ardından döndüğü evinde birkaç gün sonra geçirdiği kalp krizi sonucu 39 yaşında veda eder hayata.
Mehmed Kemal, “Acılı Kuşak” kitabında “Kendine özgü, has, yiğit şairdi,” der Suphi Taşhan için. Ahmet Oktay “O, Nâzım Hikmet’in düşüncesine yakın durmakta, teşbih, istiare gibi yazınsal sanatlara değer vermektedir,” diye yazar Taşhan için. Yaşadığı süre boyunca yazdığı şiirler dergilerde yayımlanır ama kitapsız ölür Taşhan. 2010 yılında kızının, ailesinin ve arkadaşlarının olağanüstü ortak çabaları sonucu çıkar kitabı “Kilometre Taşları”.
Suphi Taşan’ın Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan Kilometre Taşları kitabının kapağı.
Göğsümde bir ağrı var
Kendi yüzümden
Belki üşüttüm, belki içmeden
Kendi yüzümden
Çoban ölmeyi istemezken
Ben de yokluğu düşünmüyorum
İçiyorum, üşüyorum
Mayıs- Haziran 1960
Suphi Taşan’ın ölümünden sonra Ahmed Arif’in yazdığı mektubun 5. sayfası.
Evrensel'i Takip Et