04 Eylül 2016 01:00

Şu akademisyenler!

Şu akademisyenler!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye garip bir ülke, barış isteyenleri akademisyenleri “teröre destek vermek” ile itham ediyor, Barış Bildirisine imza atan akademisyenleri üniversiteden ‘atmak’ için de 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü seçiyor. Alın size Dünya Barış Günü der gibi.
Ama ben bunun bir tesadüf olduğunu düşünüyorum. Ben memleketi yönetenlerin ne Dünya Barış Günü’nden ne de “barış”tan haberdar olduklarını sanmıyorum. Zira haberleri olsaydı, bugün Türkiye’yi kan gölüne çeviren bu ortam ortaya çıkmazdı.
Gelinen noktada 15 Temmuz darbe kalkışmasının sonucunda sarf edilen demokrasi gibi afili sözler ile yapıp ettikleri birbirine teğet bile geçmiyor. KHK’ler ile devletin muhafazakar, İslamcı ve neoliberal hatta yeniden yapılandırıldığı, darbeci avının cadı avında döndüğü bir Türkiye var artık.
İktidarın sıkça propaganda malzemesi yaptığı terör, barış, demokrasi gibi kelimelerin anlamlarından uzaklaştığı, içinin boşaltılıp iktidar tarafından yeni bir şekilde doldurulduğunu da not etmek isterim.
15 Temmuz’da bastırılan darbe girişimini kendi adına bir fırsata çeviren AKP iktidarının, devletin tüm kurumlarını dönüştürürken üniversiteleri dışarıda bırakması elbette beklenemezdi. Daha da ötesi, üniversitelerdeki ilerici unsurlar ve özgür akıllar, sadece iktidara muhalefet ettikleri için değil, bu özelliklerinden dolayı AKP’nin yeni üniversitesi ile uyuşmuyor. AKP’nin yeni üniversitesi iktidara biat eden, sermayenin istediği araştırmaları yapan, etliye sütlüye karışmayan, bilimsel üretime gerek olmayan sadece eğitimin yapıldığı, bu eğitiminde sistemin talep ettiği iş gücünü yetiştirmek üzere kurgulandığı yerler olmalıdır. Kocaeli Üniversitesi örneğinden yola çıkarsak, ders saatlerini cuma namazına göre düzenleyen, asistan odalarını, sosyal mekanları mescide çeviren yönetimlere uyumlu akademisyenler gerekir.
***
1 Eylül 672 sayılı KHK kapsamında üniversite ile ilişiği kesilen yaklaşık 2 bin 500 kişinin 41’i barış bildirisine imza vermiş akademisyenlerden oluşuyor. OHAL kanunları ile kendilerine “geniş” yetkiler verilen rektörlerin, ‘FETÖ’cü avı adına hazırladıkları listelere kendilerine muhalif olanları, başlarına bela olanları da sıkıştıklarını görüyoruz. Benim mensubu olduğum Kocaeli Üniversitesinin durumu ise biraz daha farklı, ilişiği kesilen 39 kişinin 19’u İmzacı Akademisyen. Kocaeli Üniversitesi Rektörünün gönderdiği listeye imzacıları “tulum” olarak eklemesi, onlardan kurtulmak için nasıl güçlü bir istek duyduğunu da gösteriyor bize.
Ben de bu KHK kapsamında işinden olmuş biri olarak birkaç söz söylemek isterim:  OHAL öncesine denk gelen bir dönemde hakkımızda başlatılan soruşturmalar henüz tamamlanmadı. Hatta muhtemelen isimlerimizin Ankara’ya gönderildiği tarihten sonraki bir tarih olan 23 Ağustos yani 1 Eylül’den 8 gün önce soruşturmacı heyeti, akademisyenleri ifadelerini vermek üzere çağırdı. Bu 8 gün içinde dosyayı tamamlayıp, YÖK’e göndermeleri ve YÖK’ten üniversiteden atılmamız yönünde karar çıkması mümkün değil. O nedenle Kocaeli Üniversitesinin göstermelik bir biçimde yürüttüğü soruşturmayı daha tamamladığını sanmıyorum. İşte içi boşalan kelimelere bir örnek, adil soruşturma süreci.
Kısaca, diğer yerleri bilmiyorum ama Kocaeli Üniversitesinin 19 imzacı akademisyeni herhangi bir soruşturma süreci sonucunda bu muameleye maruz kalmadılar.
‘FETÖ’ soruşturması kapsamında açığa alınan ya da gözaltına alınanlara bakıldığında, Bank Asya hesapları, Bylock programları, çocuğunu ‘FETÖ’ okullarına ya da dershanelerine göndermek, FG araç plakasına sahip olmak gibi nedenler olduğunu görüyoruz. Peki bizim gerekçemiz ne?
Bu sorunun cevabı yok. Hatta OHAL ortamı böyle bir soru sorulmasına gerek olmaksızın işlem yapılabilmesini sağlıyor.
Binlerce akademisyenin görevden alınmasının sonuçlarından biri araştırma ve bilimsel çalışmaların yarıda kalması, ülkedeki bilimsel üretimin seviye kaybetmesidir. Bırakın onu, önümüzdeki günlerde eğitime başlayacak olan üniversitelerde dersleri kimler verecek? Bilim ve eğitim gibi tasaları olmayan bir YÖK, bize bir Osmanlı maarif vekilinin şaka amaçlı söylediği sözün gerçek olduğunu gösteriyor: Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel yönetirdim.
YÖK’ün geldiği durum da budur, şu akademisyenler olmasa....
Darbe fırsatçılığına dönen ve hukukun zerresinin olmadığı bu süreç, elbette demokratik ve özerk bir üniversite mücadelesini ateşliyor. Bu süreç üniversiteden uzaklaştırılan akademisyenlerin özlük hakkı mücadelesinden ötedir. Bugün yaşanan da akademide karşı devrimdir, darbedir. Türkiye’de çocuklarının geleceğini düşünen her kim varsa - bırakalım ülkenin geleceğini düşünenleri- üniversitelere sahip çıkmak zorundadır. Üniversitelerin akıldan, bilimden, özgür düşünceden uzaklaştığı bir ülkede herkes için yaşanmaz bir ülke olacaktır. Bunu kimse unutmaya!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa