Tahammülsüzlük
Fotoğraf: Envato
“Puan kaybetmeye tahammülümüz yok”... Ne çok duyarız bu sözü... Futbol ortamımızın, iddialı olmayı vurguladığı kadar hamlığını da gösteren en gözde, aynı zamanda en sığ klişelerinden... Kimi zaman yöneticilerin, kimi zaman teknik direktörlerin, kimi zaman ise futbolcuların ağzından dökülür bu anlamlı(!) ifade...
Kazanmanın, yenmenin kutsandığı, buna karşılık yenilginin eziklikle, aşağılanmakla eş değer görüldüğü hakim ve yoz spor kültürüne pek yakışan bir söz aslında. Evet kaybetmeye tahammül yok!.. Buradan; kazanmak için gözlerin karartıldığına ve bu yolda elden gelen her şeyin yapılmasında kararlı olunduğuna dair bir çıkarsamaya ulaşmak da pekala mümkün. Ne yapıp edip muhakkak kazanılmalı... İşlerin yolunda gitmesi için kazanmak şart çünkü. Kazanmaktan başka bir hedef, amaç ya da ideal kalmadı ki zaten...
Tamamen transfere dayalı politika doğrultusunda, parayı bastırıp alınan yabancı “yıldız” oyuncular aracılığıyla belirlenen hedefe yürünmeye çalışılan ve temelinde, “Takım kazanacak ki, transfere harcanan paralardan daha çoğu kazanılsın” düşüncesi bulunan, günü kurtarma amaçlı bir futbol anlayışı...
Farkın; teknik direktör becerisiyle, teknik, taktik yaratıcılıkla, fiziksel üstünlükle ya da yetiştirilen genç oyuncuların takıma monte edilmesiyle değil, sadece ve sadece transfer edilen yabancı oyuncuların performansı üzerinden yaratılmaya çalışıldığı, gelişmeye ve geliştirmeye kapalı bir spor ortamı...
Eh böyle bir anlayış ve ortamdan, “Kaybetmeye tahammülümüz yok” vecizesinin(!) çıkması yadırganmamalı...
Kazanmanın ekonomik getirisi günden güne büyürken, rakibe saygı duyarak mücadele etmek, altyapıya önem vermek, keyifli futbol seyrettirme kaygısı taşımak gibi hedefleri kim takar ki?
Tuttuğu takımı hayatının merkezine koyan insanlar ise “Kaybetmeye tahammülümüz yok” lafını kuşkusuz daha farklı biçimde algılıyor. “Bu maçı alıcaz başka yolu yok” şeklinde, şiddete yönelmenin ipuçlarını taşıyan tezahürat, bu algının tribünlerdeki karşılığı. Beklenenin, umut edilenin gerçekleşmeyeceği yolunda işaretler çoğaldığında ya da beklenen gerçekleşmediğinde, yaşanan derin hüsranla birlikte tribünleri dolduran bu insanlar agresif bir psikolojiye savrulabiliyorlar. Yüksek beklentilerin yaratıldığı, bununla birlikte kışkırtıcı söylemlerin de uçuştuğu atmosferde hayal kırıklıkları kolaylıkla ağır duygusal travmalara dönüşebiliyor...
Oysa çağdaş spor kültürü/anlayışı tam tersine yenilgileri olgunlukla sindirmeyi, kazanan rakibi tebrik ve takdir etmeyi gerektirir. Hatta daha ötesi böyle bir kültür, yenilgiyi gelişme için bir fırsat olarak görür. Yenilgi her şeyden önce bir sorgulama sürecine girişmek demektir. Yenilginin nedenlerini bulup ortaya koymak ve bunlardan gereken dersleri alabilmektir. Bütün bu nedenler göz önüne alınarak gereken değişim ve dönüşümlerin hayata geçirilmesi ve sonuçta da gelişimin sağlanması demektir.
Sporu doğru algılayabilenler öz eleştiriyi bu işin temel parçası yaparlar. Galibiyetin aldatıcı bir sarhoşluk verip rehavet doğurabildiğini, gözleri bağlayıcı bir etki yaratabildiğini ve bu anlamda hataları, eksiklikleri, kusurları, yanlışları görmeye engel olma gibi bir tehlike barındırdığını bildikleri için başarılarını dahi sorgularlar. Ve onlar yenilmenin aşama sağlamak, gelişim kaydetmek için önemli fırsatlar sunduğu gerçeğini asla ıskalamazlar...
- Yapı 12 Aralık 2024 04:32
- Herkesi kendi gibi sananlar 05 Aralık 2024 04:28
- Bize oyunu anlatın 28 Kasım 2024 06:10
- Tutuculuğun bedeli 21 Kasım 2024 04:37
- Buyrun cinnet ortamına... 14 Kasım 2024 04:14
- Komplodan komediye 07 Kasım 2024 04:12
- Seviyesiz saha dışı, kalitesiz saha içi 31 Ekim 2024 04:34
- Mourinho öğretiyor 24 Ekim 2024 03:33
- Milli takım kazandı çünkü... 17 Ekim 2024 04:04
- Hapishaneden milli takıma 10 Ekim 2024 04:45
- Ne kadar rezil olursak... 03 Ekim 2024 04:28
- Oyunu geriden kurma saplantısı 26 Eylül 2024 03:26