Hatay'a 'Özel il' statüsü mü uygulanıyor?
15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL için hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş, bu uygulamanın bir dönemle sınırlı kalacağını ve sadece devlet içindeki FETÖ’cülerin tasfiyesiyle sınırlı olacağını söylemişti. Ancak ilk dalgada tasfiye edilenlerden sonra ikinci dalga, ülkede darbelere karşı en açık tutumu takınan ve tarihi boyunca darbelerin en büyük mağduru olmuş emek, barış, demokrasi güçlerini hedef aldı.
İktidarın içeride ve dışarıda (Rojava) Kürtlere karşı savaş halinde olduğu bir süreçte bu saldırı dalgasının ilk hedefinin Kürt hareketinin bileşenleri olması şaşırtıcı değildi. Özgür Gündem gazetesi kapatıldı, Kürt siyasetçiler ve belediye başkanları tutuklandı ve belediyelere kayyım atandı. İktidarın Gülencilerle birlikte yürüdüğü dönemlerden beri en önemli hedeflerinden biri de Kürt kentlerindeki kamu emekçileri ama özellikle eğitimcilerdi. Kürt kentlerindeki Eğitim Sen üyesi on binlerce kamu emekçisi “rotasyon” adı altında başka kentlere gönderilecek ve yerlerine Gülenciler ya da başka cemaatlerden eğitimciler geçirilecekti. Böylece yeni kuşak Kürt çocuk ve gençleri “devlete kazanılmış” olacaktı. Eğitim Sen’li kamu emekçileri “parasız, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim” istiyor, üstelik barış ve demokrasi mücadelesine taraf olarak iktidarın savaş ve tasfiye politikaları için “zararlı” bir rol oynuyorlardı!
Buraya kadar her şey normal görünüyor! Ama 11 bini aşkın eğitim emekçisinin açığa alınmasında bir ayrıntı dikkati çekiyordu. Diyarbakır, Mardin, Batman gibi Kürt kentlerinden sonra en fazla eğitimcinin açığa alındığı il Hatay’dı.
Peki, Hatay neden hedef yapılmıştı?
Hatay’da İskenderun, Antakya, Defne, Samandağ gibi Arap Alevi (Nusayri) nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki bine yakın (928) çoğu Eğitim Sen üyesi eğitim emekçisinin hedef yapılması rastlantı mıydı?
Elbette değildi.
Nasıl Kürt kentlerinde savaşa karşı barışı savunan emekçiler hedef yapıldıysa, Hatay’da da Suriye’ye müdahale politikasına karşı duran emekçiler hedef yapılmıştı. Suriye’ye müdahale politikasına daha en başından en net tepkiyi “Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Hayır Platformu” kuran Hataylı emekçiler vermişti. Yapılan gösterilerde birkaç kişinin Esad posteri taşıması iktidar borazanı medya organlarında günlerce manşetlerde yer almış; iktidar, halkın kaygılarını ve tepkisinin nedenlerini anlamak yerine müdahaleye karşı çıkanları ‘hain’ ilan etmişti. Oysa Erdoğan iktidarının S. Arabistan ve Katar’la birlikte mezhepçi bir söylemle yürüttüğü Suriye’ye müdahale politikası, aynı zamanda Türkiye vatandaşı olan ama Esad ile aynı dini-kültürel geleneğe sahip Arap Alevilerin de dışladığı ve rejim için potansiyel tehdit olarak görüldüğü bir politika olarak şekilleniyordu.
Arap Alevilerin sınırın karşı tarafında yakınları vardı ancak iktidar, Hatay’ı cihatçı-radikal İslamcı çeteler için en önemli üslerden biri haline getirmişti. Reyhanlı’daki Apaydın kampı başta olma üzere cihatçı militanlara askeri eğitim verildiği söylenen kamplara milletvekilleri bile giremiyordu. Bu çeteler sınırın öte tarafında Alevi köylerini basıp katliamlar yapıyor; Alevilerin kanını içen, kalbini yiyen videolar yayımlıyor sonra da Hatay’a dinlenmeye gelip ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlardı.
Hatay’ın 2013 Haziran direnişinin en önemli merkezlerinden biri olmasının nedeni de buydu. İktidar, buradaki halkı düşmanlaştırmaya dayalı bir siyasi çizgi izliyordu. Haziran direnişinin hemen öncesinde Reyhanlı’da yaşanan terör saldırısında yaşamını yitiren 53 kişi için Erdoğan “53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” açıklamasını yapıyor; Alevi ve Sünnilerin yıllardır birlikte yaşadığı ama hassas bir dönemden geçen Hatay’da açıkça mezhepçi ayrımları kışkırtan bir söylem kullanıyordu. İşte iktidar, Haziran direnişi sürecinde devlet şiddeti nedeniyle üç çocuğunu (Ali İsmail Eskişehir’de, Abdullah ve Ahmet Hatay’da) kaybeden Hataylıları anlamak yerine bu olayların “Esad destekçileri, dış güçlerin maşaları” tarafından kışkırtıldığı propagandasına sarıldı. En son CHP milletvekilleri tarafından “Eğit-Donat” programının merkezlerinden birinin Hatay Serinyol’daki askeri birlik olduğuna dair gündeme getirilen iddialar, iktidarın Hatay’da hassasiyetleri kaşımaya dayalı politikadaki ısrarını gösteriyor.
İşte son 5 yılda böylesine gerilimli, hassas bir sürecin içine sokulan Hatay’da savaş ve müdahale politikasına karşı çıkan eğitim emekçilerinin açığa alınması, “iktidar, Hatay’a Kürt kentlerinde uygulanan OHAL’e benzer bir ‘özel il’ uygulaması mı yapıyor?” sorusunu akıllara getiriyor. Çünkü bu uygulamanın evveliyatı da var. 1995-97 yılları arasında Öcalan’ın Suriye’de olduğu ve Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça gerilimli olduğu dönemde MGK-ki MGK’nın askeri kanadının başında bugün Erdoğan iktidarıyla ittifak yapan Ergenekoncular vardı- defalarca Hatay’ı özel gündem yapmış ve Hatay’a yönelik içeride adı konulmuş ama halka açıklanmamış bir ‘özel il’ uygulaması gündeme getirilmişti. Bu süreçte özellikle Arap Aleviler fişlenmiş ve yine Esad adına toprak satın aldıkları gibi asılsız iddialar ve düşmanlaştırmaya yönelik söylemler kullanılmıştı. Tabi bu Ergenekoncuların, Erdoğan ve Gülen ittifakıyla tasfiye edildikleri dönemde Suriye ve Esad’a sarılmaları da başka bir tartışmanın konusu.
Son söz olarak söyleyelim: İktidar işçi sınıfı ve emekçilere, ezilen halklara ve inançlara farklı gerekçelerle saldırıyor olabilir. Ancak hiçbir gerekçe bu halk güçlerinin saldırılara karşı demokrasi, barış ve insanca yaşam mücadelesinde birleşmesi ihtiyacının aciliyetini ortadan kaldırmıyor.
Evrensel'i Takip Et