24 Eylül 2016 00:51

Çıkışımız var mı?

Çıkışımız var mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hafta boyu olanları düşününce başı sonu olmayan bir kara delikte olduğumuz hissi yine ağır basıyor. Bu his, bu haftaya özgü değil. İçine düşüldüğü kesin, fakat çıkış emaresi görünmeyen; zamanın bölünmediği, akmadığı haksızlıklar silsilesinden ibaret günler... 

Yazıya epey karamsar bir giriş bu. Ama bir kaç olaya bakın: Marmaray’da taşeron işçi olarak çalışan Fatih Uysal, arıza gidermek için gönderildiği tünelde elektrik akımına kapıldı ve yaşamını kaybetti. Yetkililer “teknik bir arıza” nedeniyle seferlerin bir süre yapılamadığını duyurdu. Kısa süre de sonra seferlerin “normale” döndüğü belirtildi... Diyarbakır’da evlerine yapılan baskınla aralarında yirmi günlük bir bebek ve annesinin de bulunduğu 24 öğretmen gözaltına alındı. Anne ve bebek bir süre sonra serbest bırakıldı ancak diğer öğretmenler avukatlarıyla henüz görüşemedi... Bağlarbaşı’daki Kalfayan Ermeni İlköğretim Okulunun duvarına okulların açıldığı gün “Türk ırkı sağ olsun” yazıldı. Sarıyer İstinye sahilinde üzerinde “Kürtler giremez” yazılaması yapılmış olan ve bir aydır silinmeyen belediye tabelası hâlâ olduğu yerde duruyor mu bilmiyorum... İstanbul’da otobüste bir adam şort giydin diyerek bir kadına tekme attı, yolcular izledi, şoför yaralı kadını araçtan indirdi. Başbakan Binali Yıldırım, kadına kamusal baskının yöntemi tekme atmak değil mırıldanmak olmalı mealinde konuştu... İzmir’de bir kadın sokak ortasında bir erkek tarafından dövüldü. DHA vb. “Dekoltesinden cesaret alan erkek tarafından darbedildi, hayatının şokunu yaşadı” yazabildi... Özgür Gündem nöbetçi yayın yönetmenleri hakkında soruşturmalarla birlikte basın davaları devam ediyor, gazeteciler günlerini cezaevinde değilse adliyede geçiriyor... Savaş tüm vahşetiyle sürüyor, ölümlerin arkası kesilmiyor. 

Savaşın yakıcılığı, sokakta, haberde ve devlet ağzında erkek şiddeti, gazeteciler üzerindeki baskı, dayanışmaya ceza, iş cinayetleri... Bunlar yeni şeyler değil. Kara delik hissini pekiştiren, bu ve benzeri deneyimlerin hızı, dur durak bilmemesi ve yazık ki sonun görünmüyor olması. 

Döngüden çıkışın yakın olmadığının ağır bir işaretine bu hafta bir de okulların açılması ile tanık olduk. Binlerce öğretmenin açığa alındığı, ihraç edildiği, çok yerde öğrencilerin öğretmensiz kaldığı bir eğitim öğretim yılına 15 Temmuz anma törenleriyle başlandı. Videolar, broşürler, şiirler, asker kıyafeti giydirilen çocuklara oynatılan piyeslerle çeşitlenen etkinlikler hafta boyu türlü şekillerde sürmüşe benziyor. İstanbul’da bir lisede kendilerinden 15 Temmuz ile ilgili kompozisyon yazmaları istenen öğrenciler bu ödevi reddederken yerinde bir tespitte bulunmuşlar: “Bu propagandadır.” 

Tam da bu yüzden kara delik hissimiz baki. “Şehadetinle hayat bulan bu kutlu destanı asla unutmayacak, asil ve temiz kanınla suladığın bu toprakları her hal ve şart altında tıpkı senin gibi canım pahasına koruyacağım!” dizelerini okul bahçesindeki sahnede haykırarak okuyan ilköğretim öğrencisi birazdan sınıfa girip kıpkırmızı bir kan deryasının ara görüntü olarak kullanıldığı duygu ve gözyaşı dolu 15 Temmuz videosunu izleyecek. Belki öğlen arasında darbe canlandırmasında rol alacak, ya da alkışlayarak piyesi seyredecek. Topun tankın tüfeğin (Millet olarak tanımlanana dönmedikten sonra) kutsandığı ve devlete sorgulanamaz bir bağlılık duygusunun çelişki ve mantıksızlığın üzerini kapattığı metinler ve performanslar zincirini sadece o sınıfta değil hayatının türlü veçhelerinde içselleştirecek, böyle büyüyecek. Bu öğrencinin ne olup bittiğini tam olarak kavramasına hiç gerek yok, zihninin yaşananlara temasının bu ritüellerin izin verdiği ölçüde olması mesajı şekillendiren açısından yeterli, hatta gerekli. Bu sınırlı temas, kısır döngünün kırılması için gerekli soruları sormayacak olmasının da garantisi. Böyle bakınca, yüz binlerce öğrenci sınıflara doluşmuşken bu fırsat kaçar mıydı? Eğitim zaten uzun zamandır, hatta tümden propagandanın peteği değil mi? Çıkışımız var mı?  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa