30 Eylül 2016 01:00

Tempo ve uyum sorunu

Tempo ve uyum sorunu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şenol Güneş maçlardan sonra sürekli olarak varsayımlar üzerinden yorumlarda, değerlendirmelerde bulunuyor. Karşılaşmada olup bitenlerin nedenlerini ve neleri yapıp neleri yapamadıklarını ortaya koymak yerine, “yenebilirdik”, “kazanabilirdik”, “farka gidebilirdik”, “gol yiyebilirdik” gibi hiçbir anlamı olmayan laflarla durumu açıklamaya çalışıyor. Bu şekilde konuşmanın sonu yok ki...
Dinamo Kiev karşısına mutlak galibiyet hedefinden kaynaklanan yüksek motivasyonla çıkan Beşiktaş, tribünlerdeki coşkulu atmosferi de arkasına alarak oyuna baskılı bir başlangıç yaptı. Belli ki, erken gol bularak skor avantajı elde etmeyi ve geriye düşen Dinamo Kiev’in mecburen daha açık oyuna yönelmesiyle de farkı açacak fırsatlar yakalayıp 3 puanı garantilemeyi planlanmışlardı.
Baskılı oyunuyla rakibine alan bırakmayan ve oyun kurma fırsatı vermeyen Beşiktaş, bunun karşılığını 29. dakikada öne geçerek aldı. Öne geçtikten sonra da Beşiktaş aynı tempoda oynamaya devam etti. Lakin bu, 90 dakika boyunca sürdürülebilir bir tempo değildi. Üstelik bu, telaşın ve sabırsızlığın da görüldüğü bir yüksek tempoydu. Bu nedenle fiziksel olduğu kadar, zihinsel olarak da yorucuydu. Oysa, hazır öne geçmişken tempoyu düşürüp topa daha çok sahip olarak rakibi yormak ve olgun ataklar düzenlemek ikinci golü bulmayı kolaylaştırabilirdi. Beşiktaş golden sonra da maça başladığı yüksek tempoyu sürdürmeye kalkışınca, giderek yorulmaya, oyundan düşmeye ve savunmada açık vermeye başladı.
Siyah-beyazlılar, gidişata göre oyunun temposunu ayarlayabilecek oturaklı, olgun bir takım görüntüsü vermiyor. Yüksek tempolu baskılı oyunu doğru zamanda kontrollü oyuna çevirmek çok önemli. Çünkü hiçbir takım böylesi bir yüksek tempoyu 90 dakika boyunca sürdüremez.
Tabii Quaresma gibi kafasına göre oynayan bencil bir oyuncu varken, takımın kolektif mücadele anlayışına uygun bir tempo yakalaması biraz zor. Quaresma ne zaman topu ayağına alsa arkadaşlarına pek bakmadan kafayı öne eğiyor ve zorlama driplinglerle direkt rakip sahaya/kaleye yöneliyor. O, takımın değil, takım onun temposuna uymaya çalışıyor. Arkadaşları; o dripling yaparken ona yetişmek için ileri, top kaybı yaptığı zaman ise savunmada açık vermemek için geri koşuyorlar. Bu anlamda kendi takımı için çok yorucu bir oyuncu. Arkadaşlarını boş yere koşturuyor. Olağanüstü yeteneğine karşın taktik anlayışı, taktik bilgisi neredeyse sıfır. 1950’lerin, 60’ların futbol anlayışıyla oynuyor.
Quaresma kadar değilse bile, Talisca ve Aboubakar da takımdan kopuk oynuyorlar. Yani Beşiktaş’ın hücum varyasyonları ağırlıklı olarak bu üç oyuncunun bireysel yeteneğine ve performansına bağlı görünüyor. Ortada bir uyum sorunu bulunduğu açık.
Beşiktaş, bu üç oyuncuyu takımla uyumlu hale getirebildiği ve tempo ayarlama konusunda da olgunlaşabildiği ölçüde hedeflerine yaklaşacaktır.
Şenol Güneş, yedikleri golden sonra fiziki düşüş yaşadıklarını, tempoyu artıramadıklarını söylüyor. Ne bekliyordu ki? O dakikaya kadar büyük enerji harcamış oyuncuların fiziki düşüş yaşaması gayet anlaşılır bir durum.
Ayrıca yedikleri golden önceki pozisyonun faul olmadığını iddia ediyor Güneş. O golden çıkarılacak onca ders varken, “faul değildi” gibisinden hakem eleştirisine saplanıp kalmanın, öz eleştiriden kaçmak dışında bir anlamı var mı?
Beşiktaş’ın göze çarpan başka bir eksiği de baskı altındayken savunmadan top çıkarmakta zorlanması. Oyunun sonlarına doğru Dinamo Kiev baskıyı artırdıkça siyah-beyazlılar topa sahip olmakta ve oyun kurmakta fazlasıyla zorlandılar. Avrupa’daki hedeflerini gerçekleştirebilmesi için Beşiktaş’ın bu konuda da gelişme kaydetmesi şart.
Beşiktaş üçüncü maçında, 6 puanlı grup lideri Napoli ile deplasmanda karşılaşacak. O maçtan çıkaracağı 1 puan bile siyah-beyazlıların tur umudunu güçlü tutmaya yetecek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa