Masa ve mühür
Fotoğraf: Envato
Masa ve mühür; “masaya oturma” hedefi ve “kapıları mühürleme” eylemiyle, iktidar padişahının emri –kullarının icraatında, birkez daha biraraya getirildi. “O masaya oturmalıyız, oturacağız!” dedi, sermaye iktidarının “Reis”i! “O masa”, kurulabilirse eğer, Ortadoğu’nun yeniden “dizayn edilmesi”nin; yani bölünüp paylaşılmasının masası olacaktır! Kurulur mu-kurulmaz mı, biryana; kuracak olanlarla, oturacak ve oturtulacak olanların kimler olacağını belirleyen asıl kuvvetin sahip olunan ekonomik, siyasi, askeri güç ve olanaklar olduğunu, dünya ve bölge savaş ve barış tarihi defalarca göstermiştir.
Şoven ve şeriatçı burjuva sözcüler, “Ecdadımızın toprakları”(!) diye işaret ederek darmadağın olmuş ve son çırpınışlarını “Büyük Turan İmparatorluğu” kurma emelleriyle Alman emperyalizminin öncü kolu olmuş, ve fakat 90 bine yakın köylü çocuğunun katline sebep olarak yıkıma sürüklenmiş Osmanlı’yı çağrıştırırlarken, değişen dünyanın elbette farkındadırlar. Başka halkların topraklarını işgal ederek genişleme olanağının, günümüz dünyasının ve bölgemizin güç ilişkileri gerçekliğine aykırı düştüğünü de bilirler. Ama, ya olabilirse; ya büyük güç çatışmalarının yol açabileceği “boşluk”ta bir parça kapma; biraz petrol, biraz doğalgaz vanası elde edilebilirse! Dahası ve asıl olarak, yüz yıla yakın zamandır eşit ulusal haklar için direnen, direnişlerini silahlı savaşa dek genişleten “Şu Kürtlerin önünü kesme olanağı” bulunabilirse!
Türk tekelci burjuvazisinin politik-askeri temsilcileri ilk kez “Masaya oturmak”tan sözetmiyorlar. “Adriyatikten Çin seddine Büyük Türk Dünyası” edebiyatıyla ırkçılık az körüklenmedi. Turgut Özal, Recep Erdoğan gibi neredeyse her gün, “Masaya oturmamız lâzım!” diyordu. Irak’ın “payedileceği masaya oturulacak”; Musul-Kerkük üzerine “hak” iddiası yinelenip yenilenecek ve Kürtlerin özgürlük mücadelesinin önü kesilerek, masadan “zaferle kalkılacak”tı! ABD taşeronu olarak Irak’ı işgal harekâtına katılmak için baş vurulan bintürlü manevra, içerdeki güçlü muhalefet nedeniyle ve general Torumtay’ın istifasıyla akamete uğradı.
Kanıtlanan; büyük emperyalist güçlerin taşeronluğunu isterse en ucuzundan uşaklıkla yapıyor olsun, az çok “biti kanlanmış” her kapitalist gücün, kendi hesabına da bir şeyler koparmak isteyeceğiydi. Bu şimdi, Recep T. Erdoğan tarafından “dahat ok sesli, daha başı dik, daha meydan okuyucu bir ton”la yineleniyor. Üstüne üstlük daha önce girilemeyen, heryanı savaş alanı bir bölgeye, hem taşeron hem de taşeron kullanan bir güç olarak girişmişken, “paylaşım masasında biz de var olmalıyız!” demek “daha kolay”laşmışken! “Yerli ve milli tank”; “yerli ve milli füze”; “yerli ve milli iha” sahibi olmaya yüz tutmuşken; ve herşeyden daha da önemlisi, içeride kıstırarak, susturarak, yok ederek, yıkarak, satınalıp uşaklaştırarak, ihbarcılık mesleğini toplumsallaştırarak, yağma havuzundan yedirip-içirerek sağlanan “yerli ve milli biat”ta birleşmişken!
İşte tam da burada “Mühür” devreye girmiştir: savaş tellallığına, başka halkların topraklarına işgal operasyonlarına, Kürtleri imhayla sindirme politikasına, işsizlik, açlık ve yoksulluğa; baskı ve yasak zincirine; polis zorbalığı ve iktidar zulmüne; onbinleri değil sadece, yüzbinleri ve milyonları kuşatmaya alan oligarşik zümre vahşetine itiraz eden, işçinin-emekçinin sesi; talepleri ve haklarının savunu kürsüsü olan, ilerici-halktan ve aydınlanmadan yana kim varsa; şeriatcı yobaz dayatmaya ve karanlık çetelerle suç ortaklığına karşı kim varsa, tümünü mevzisiz bırakarak susturmak üzere, muhaliflerin kapılarına; gazete, radyo, televizyon kurumlarına “mühür” vurulmaya başlanmıştır. İçeride mühürlü kapılar ne denli çoğaltılabilinirse, dışarıda El Kaide-IŞİD artığı çetelere “güvenli bölge oluşturma”yla toprak işgali o denli kolaylaşacak sanılmaktadır.
“Ecdat”larının oğul-kardeş, baba katli geleneğini sürdürerek iktidar ortaklarıyla giriştikleri çıkar savaşının ürünü bir darbeyi “Allahın Lûtfu!” görerek, ülkeyi “temizlik harekâtı” sahasına çeviren azınlığın azınlığı çıkar çevresi, halk kitlelerine ve kitlelerin mücadeleye uyanmış en ileri kesimlerine saldırıda ne denli başarılı olursa, bölge sınırlarını aşıp dünya savaşına yol alacak bir yağma ve yıkımda o denli kârlı çıkacağını düşünmektedir.
Devlet kucağında palazlanmış korkak burjuvazinin en “taze”, ve dolayısıyla da en açgöz; en saldırgan ve pervasız kesiminin temsilcilerinin yürüttükleri bu tekelci yönetim politikasının sınırsız gaddarlık boyutunda devam edeceği, “kefen koltukta” açıklamalarıyla yıllar önceden ilan edilmişti. Vahşet ve yayılmacı saldırganlık aynı “beden” ve “kafa”nın kimlik etiketiydi. “Adım adım” denemeyecek biçimde yoğunlaştırıldı. Darbeler sadece ve sadece askeri elbise altında gerçekleştirilmiyor. Bunlar ise, hem askeri hem de “Reis”li siviller!
Ama ne “Ev”deki hesap tutacak türdendir, ne de dışarıda(çarşıda)ki!
Ülke, altı sürekli ateşle beslenen kaynar kazandır; ve bölgede “Masa”dan parça kaparak “kalkmak”, Mehteran takımında davul dövmeye benzemez!
İçerideki saldırganlığın dışarıya yönelik saldırganlık ve yayılmacı askeri harekâtlarla birleştiği; birbirini besleyip tetiklediği oldukça nettir. Buna karşı direnmek kan ve ateşte boğulmak istemeyen her işçi ve emekçi için, bu politikalardan zarar gördüğünü düşünen herkes ve her kesim için acilliyet kazanmıştır. Bu mümkündür: susturulmak istenen sesimiz daha gür çıkabilir. Türkiye’nin her ulus ve inançtan işçi ve emekçileri, ilerici- demokrat aydınları, mücadelenin çetin süreçlerinden geçmiş deneyimli devrimci ve sosyalistleri değil sadece; Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere hakları inkardan gelinen ve baskıyla sindirilmek istenenler; bir zamanlar Erdoğan iktidarına koruganlık yapan ve şimdilerde düşman cephesine itilen, laik- CHP’nin laik-demokratik bir siyasal-sosyal yaşamdan yana geniş seçmen kitlesi, bu zulüm cenderesini kırmak için birleşmeye bugün daha da yakındırlar. Öyleyse, bu cendereyi kırarak, “masa-mühür” bağlamını halklar yararına olacak şekilde bozmak için, olanak var demektir. Kapılarımıza mühür, kollarımıza zincir vurmalarına olanak tanımamalıyız!
- Yeni bir çılgınlık döneminde miyiz? 30 Ocak 2025 11:00
- Erol kardeşe 26 Ocak 2025 00:40
- Burjuva devletleri halklar için mi savaşıyorlar? 16 Ocak 2025 04:59
- Bölgesel gelişmeler ve devrimci yayıncılıkta ‘tekrar’ın yeri 09 Ocak 2025 05:31
- 2025’e ilk yazı: Kim av kim avcı? 03 Ocak 2025 07:20
- 2025’e ilk yazı: Kim av, kim avcı? 03 Ocak 2025 04:00
- Yıkım, yoksullaşma ve savaşlar yılı 26 Aralık 2024 06:32
- Emperyalistlerin maşaları ! 19 Aralık 2024 05:58
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52