12 Ekim 2016

Büyüme Kürtlerle mümkündü

Yeni Şafak’tan Mehmet Acet, Erdoğan başkanlığında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında Erdoğan’ın söylediklerini köşesine taşıdı. Erdoğan toplantının açılışında bakanlara hitaben şöyle diyor: “Arkadaşlar, Türkiye artık bu noktada kalamaz. Statüko bir şekilde değişecek. Ya ileri hamlelerle atılım yapıp kazanacağız. Ya da küçülmeye mahkum olacağız. Ben kendi adıma ileri hamleler yapmaya kararlıyım.” Yazının bütününden Erdoğan’ın bakış açısını belirleyen asıl noktanın özellikle Musul olduğu belli.
“Ben kendi adıma ileri hamleler yapmaya kararlıyım” diyen biri, bu hamlelerin büyük bir savaş olmadan yaşanmayacağını bilir. Suriye krizinin başında durumdan vazife çıkarıp bölgesel etkin güçleri etrafında toplayarak bir oldu bitti ile bunu yapmaya çalışan Erdoğan, başarısız oldu. Suriye’de yadsınamaz etkin bir güç olan PYD ile çözüm süreci döneminde diyalog geliştirmesi, PYD’yi kendi yanına çekmeye çalışması; Türkiye’de çözüm süreci ile PKK’yi kendi politikalarının bir yan unsuruna dönüştürme arzusu; öte yandan Suriye muhalefeti adı altında bölgede kendisine payanda olacak her kesimi örgütleyip Esad’ı güçten düşürecek biçimde eğitip silahlandırması; Suudi Arabistan ile Katar başta olmak üzere bölgesel devletlerin içinde yer alacağı Sünni cephenin öncüsü olma girişimleri tamamen bu hesapların ürünüydü. Bu hesapların mimarı olarak öne çıkan Ahmed Davutoğlu’nun masa başı stratejik derinliği sahada tutmadı, çöktü. Kürtler, özellikle de PKK ve PYD Türkiye’nin yayılmacı politikalarına payanda olmadı. ABD Türkiye’yi ileri karakol gibi görmekten memnundu ve onun yayılmacı hedeflerle büyüyecek bölgesel bir güce dönüşmesini istemedi. Rusya’nın devreye girmesi, Esad’ın güçlenmesini de beraberinde getirince Türkiye’nin Erdoğan’ın belirlediği hedeflerine ilerlemesi için yeni hamleler geliştirmesi elzemdi. Savaş eksenli bu hamleler ayrıca Erdoğan’ın ülkedeki politik iktidarını pekiştirecek, dolayısıyla Erdoğan’a içerden yönelmesi muhtemel hukuki ve siyasi yönelmenin de önünü kesecekti.
Tüm bunlar, Erdoğan açısından geri dönüşsüz bir sürece de işaret ediyor. Yani Erdoğan iktidarda kalmak, kazanmak ve büyümek adına sonuçları ağır da olsa her türlü aksiyonu denemek zorunda. Aksi, Erdoğan’ın yalnız siyaseten bitmesi değil ağır bir yargı sürecinin de başlangıcıdır.
Peki, hedef bu da sonuçları ne olabilir?
Büyük kahramanlık hikayeleriyle topluma enjekte edilen Cerablus operasyonu öyle bir algı oluşturmuştu ki toplum ordunun kısa sürede Bab’ı alacağına, Rakka’ya ilerleyeceğine inanmıştı. Hatta Rojava’nın YPG ve YPJ’nin denetiminden çıkarılacağına bile inananlar vardı. Oysa Türk Ordusu ile Türkiye’nin desteklediği cihatçı gruplar ilk 15 gündem sonra neredeyse tek adım ilerleyemedi. İzin verilen sınırlara ulaşıp durdu. İlerleme için atılan her adımda verilen kayıplar da çeteci grupların sahadan kaçışını beraberinde getirdi. Bazı cihatçı grupların ABD desteğini gerekçe ederek geri çekilmeleri, aslında olmayacak duaya amin demekten vazgeçip sahadan kaçmalarından başka bir şey değil.
Şimdi yeni yayılmacı eğilimler, Erdoğan’ın deyimiyle “İleri hamlelerle atılım yapıp kazanma” yani “büyüme” hedefleri Musul üzerinden denenmek isteniyor. Daha doğru bir deyimle algı bu kez Musul üzerinden topluma enjekte ediliyor.
KDP’den ulaşan teyitli bilgi şu; Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani kendi kadrolarına açıkça “Biz Türkiye ile askeri eğitim dışında bir ilişki geliştirmiş değiliz” diyor. Bunu Barzani’nin sağ kolu diyebileceğimiz Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin “Türk askerlerinin Başika’daki varlığından kaynaklanan sorun Türkiye, Irak ve ABD arasında çözülür” diyerek, birincil muhatabın kendileri olmadığını belirtiyor. Her iki eğilimden de anlaşılan Türkiye’nin Musul operasyonuna Güney Kürdistan üzerinden davet edilmesinin o kadar kolay olmayacağıdır. Güney Kürdistan yönetimi hiç kuşku yok Türkiye’nin savaşla birlikte büyüme eğilimini okuyacak kadar akıllı. Ayrıca Güney Kürdistan yönetiminin, özellikle de KDP’nin bir tercihte bulunması gerektiğinde ABD’yi Türkiye’ye tercih edeceğine kuşku yoktur.
ABD’nin tutumuna da bakmak gerekir. Evet, ABD Türkiye’yi kaybetmek istemiyor, ara sıra ağzına bir parmak bal çalıyor ancak Türkiye’nin önünü de açmış değil. ABD, görünen o Suriye’de izlediği politikanın bir benzerini izleyecek. Türkiye’den yararlanacak ancak değişecek statükodan büyüyerek çıkmasını istemeyecek. Bu realite, Türkiye’nin ABD üzerinden Musul operasyonuna bir kara gücü olarak katılmasının zor olduğu anlamına da gelir. Irak da Türkiye’yi istemiyor, hatta Türkiye’nin müdahalesini savaş sebebi sayıyor.
Durum bu. Peki, Erdoğan başkanlığındaki Türkiye ne yapabilir?
Şunu biliyoruz; şiddet içeren hamlelerle büyümeyi hedefleyen bir anlayış, savaş anlayışıdır. Savaş da öyle susturulmuş toplumun izlemeye mahkum edildiği yandaş medyada gösterilen şişirilmiş kahramanlık öyküleriyle kazanılmıyor. Bir müddet sonra toplum o kahramanlık öykülerinin tamamlayıcı unsurunun her gün peş peşe gelen onlarca, belki yüzlerce cenaze olduğunu görünce kim ne düşünür bilmem ama hatırlatmakta yarar var. Durum o noktaya geldiğinde elde küçülmekten başka bir şey kalmaz. Neden mi kalmaz? Çünkü büyümeyi birlik içinde başarmak için mücadele eden Kürtler düşman ilan edildi, katledildi, onlara ölüm dışında bir başka seçenek tanınmadı.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et