Ölümü satıyorlar
Fotoğraf: Envato
15 Temmuz
Cami imamı
Ev kadını
Torna tesviyeci
Lise öğrencisi
Boşta gezer
Önce mücahit, sonra şehit...
10 Ekim
Üniversite hocası
Akademisyen
Gazeteci
Lise öğrencisi
Okur yazar
Önce barış sevdalısı, sonra barış sevdalısı...
Barış istedikleri için bir ekim sabahı kıydılar onlara.
Bu ekim sabahı da kardeşlerini gaza dumana boğdular.
Yaslarını tutmasınlar, ağıtlarını yakmasınlar dediler.
Kendi ölüleri, dirileri değil çünkü onlar.
Onların ölüleri, “demokrasi şehitleri”, “vatan kahramanları”...
15 Temmuz gecesi buyrukla ölüme sürülenler, vatan için öldüler.
10 Ekim sabahı barış için gidenler, “Allah için” öldürüldüler.
15 Temmuz ölüleri şehit, 10 Ekim ölüleri vatan haini...
Yüzde kırk dokuzun başkanı da böyle diyor.
Bunun için “kahraman ölüler”in fotoğraflarıyla ve onların hazin öyküleriyle sarıldı her yer.
Metrolar, istasyonlar, sokaklar, bulvarlar, köprüler...
Ölüleri bile ayırıyorlar.
Yaz gecesi ölüleri...
Güz sabahı ölüleri...
“Bir insanı öldürürseniz katil, yüz insanı öldürürseniz kahraman, bütün insanları öldürürseniz Tanrı olursunuz.” demişti Chaplin.
Katiller ve kahramanlar sokaklarda.
Cinayetlerse Tanrı için işleniyor.
15 Temmuz kalkışması, yeni bir dinsel düzen kurma, 10 Ekim Katliamı ise Allah adına...
İkisi de din için...
Darbe ve katliam...
Kahraman ve hain...
Birinin ölüleri kutsal, birinin ölüleri lanetli...
Birine olağanüstü hal, ötekine olağanüstü umursamazlık...
Gitmeselerdi diyorlar, barış istemeselerdi diyorlar.
Demokrasiyi de özgürlüğü de biz biliriz, diyorlar.
“Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz.” diyorlar.
Yenecekse biz yeriz diyorlar.
Bunun için olağanüstü hal değil, sıkıyönetim yasaları işliyor ülkede.
45 gün, 90 gün...
“Darbe Allah’ın bir lütfu!” nasılsa. Tepe tepe kullanıyorlar.
“Yeni Türkiye” de bu darbeden doğacak.
Tüm ibreler, 15 Temmuz’a ayarlı.
Patlayan bombalar, yıkılan kasabalar, ölen askerler, siviller...
Onlar şehit değil. Ölü. Birer “sayı”.
Gazetelerinde, kanallarında artık yalnızca bir görüntü...
Yalan söylüyorlar.
Barış diyen herkesin boğazını sıkıyorlar.
Yalan söylüyorlar.
Oysa tek gerçek barıştır.
Temmuzda da öyleydi, ekimde de öyle...
Ne demişti Nâzım Hikmet?
“Annelerin ninnilerinden
Spikerin okuduğu habere kadar
Yürekte, sokakta ve kitapta yenebilmek yalanı,
Anlamak sevgilim, o, müthiş bir bahtiyarlık,
Anlamak gideni ve gelmekte olanı...”
“Gideni ve gelmekte olanı” ancak yüreğinde barışın ateşini harlayanlar anlayabilir. Ölüleri meydanlara yığıp üzerine basarak yükselenler değil.
- Ya benimsin ya kara toprağın! 17 Nisan 2019 19:15
- İmamın cennet sepeti 03 Nisan 2019 19:19
- Abdest de bozuldu namaz da 20 Mart 2019 20:39
- Bir aşk filmi ve Fikret’in “Sis”i 06 Mart 2019 20:25
- Şüpheli turşu paketi 20 Şubat 2019 23:40
- Politika üzerine 07 Şubat 2019 00:41
- Beethoven’ın kulakları çınlasın! 24 Ocak 2019 00:10
- Mitomani ve kurt kafası 10 Ocak 2019 00:15
- Tilkinin hüneri 27 Aralık 2018 00:00
- Haiku ve evrensel yörünge 12 Aralık 2018 23:10
- Dalkavuklar ve patlıcan oturtma 28 Kasım 2018 23:26
- Baba beni bırakma! 15 Kasım 2018 00:10