‘Hişt hişt!’
Fotoğraf: Envato
İnsan, yeryüzünde yaşamaya başladığı ilk zamanlardan bu yana korkmuştur karanlıktan. Karanlık belirsizliktir; tehlikelerin görünmez olduğu, nereye basacağınızı, önünüze neyin çıkacağını, ne yapacağınızı, kendinizi nasıl koruyacağınızı bilemediğiniz bir belirsizliktir. İnsan karanlığın içinde bir başınayken korkular büyütür içinde, kendisini güçsüz duyumsar. O yüzden, yeryüzünü ısıtan ve aydınlatan güneş umut kaynağı olmuştur hep insan için. Ancak, güneş gökyüzünden çekip gittiğinde, kör karanlıktayken insan, yanı başındaki insanın, insanların sesiyle kendisini daha iyi duyumsamıştır.
Gücü vardır insan sesinin, gücü ve etkisi.
İnsan, ateşi bulup ısınma ve aydınlanma gereçlerini keşfettiğinden; enerji kaynaklarını ışığa ve ısıya dönüştürdüğünden bu yana fiziksel olarak karanlıkta değil artık. Ne var ki, düşüncelerini özgürce ifade edemediği, istediğince davranamadığı ortam/ortamlar hep karanlığı çağrıştırmıştır insana. Karanlığın içindeki o bir başınalığı... İnsan, ilk çağlardan bu yana korkmuştur yalnızlıktan. Yalnızlık karanlığın, belirsizliğin içindeki bir başınalıktır. Güçsüz duyumsar kendisini yalnız insan. İşte o yüzden, yanı başındaki ya da uzaklardaki bir insanın sesiyle korkularını yener insan. Yeniden güçlü duyumsar kendisini.
Gücü vardır insan sesinin, gücü ve etkisi.
Hayatın sesi, yalnızca bir insan sesi değildir; hayat kadar zengin ve çeşitlidir. Üzüldüğünde “ağlama”, korktuğunda “korkma”, yalnızlığında “Buradayım” diyen insan sesi; yaşamın sürekliliğini duyumsatan rüzgarın fısıltısı; sonsuzluğa akan akarsuların sesi; yaşamın canlanışını duyumsatan arı, böcek vızıltısı yaşamın güzelliğini, yalnız olmadığını duyumsatır.
Gücü vardır sesin, gücü ve etkisi.
Sait Faik, “Hişt Hişt” adlı öyküsünü şu cümlelerle tamamlar. “Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insan oğulları... Hişt hişt! Hişt hişt! Hişt hişt!”
Gücü vardır sesin, gücü ve etkisi.
Sesler, her zaman doğadaki ya da yaşamdaki güzellikleri taşımaz. Tarih, “Ben ben ben, benim gibi düşüneceksin, benim gibi yaşayacaksın” diyen diktatörlerin çirkin sesleriyle doludur. İnsanı tek ya da topluca yok eden silahların, geceleri uykuları bölen bombardıman uçaklarının sesi korku salar insana. Bir de zulme, baskıya, sömürüye dayanan sistemin sürmesi için yalanları fısıldayan, çoğaltan sesler vardır. Halkın değil egemenlerin çıkarları doğrultusunda yayın yapan kitle iletişim araçlarının sesi. Kimi “Vur patlasın çal oynasın” programlarla kitlelerin gözlerini bağlayıp sağır ederken, kimi egemenlerin buyruklarını, insanları aldatan yalanlarını yayar ortalığa. Ses değil bir gürültüdür bu. Bu karmaşanın, gürültü patırtının arasında güç de olsa yaşadıkları birbirine benzeyenlerin sesi bulur birbirini. “Ben de senin yaşadıklarını yaşıyorum, gel gücümüzü birleştirelim. Birleştirelim de sorunlarımızı birlikte çözelim.”
Hayat Televizyonu, Hayatın Sesi bu gereksinimle doğdu ve sürdürdü yayınlarını. Sistemin emekçilere dayattığı sömürüyü, iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirenleri, bodrum katların rutubetli atölyelerin hapsettiği çocukluğu; Diyarbakır’da, Cizre’de tankların yıktığı evleri, paramparça edilen hayatları getirdi ekranlarına; savaşların evinden, topraklarından sürüklediği sığınmacıların üzerindeki baskı ve sömürüyü duyurdu kitlelere... Kitlelerin gözüne takılan göz bağını kaldırmak, yalanın perdesini yırtmak için...
Gücü vardır sesin, gücü ve etkisi.
Baskıya sömürüye dayanan sistemin ezdiği insanlar duydular birbirlerinin sesini. Yalnız ve çaresiz olmadıklarını, kendileri gibi insanların toplumun çoğunluğunu oluşturduğunu; daha da önemlisi, hayatı iyiden güzelden doğrudan haklıdan yana değiştirip dönüştürmek için mücadele eden insanların bir araya geldiği parti, demokratik kitle örgütü ve sendikaların varlığını öğrendiler.
Gücü vardır sesin, gücü ve etkisi. “Kral çıplak!” diyen çocuğun masum haykırışında olduğu gibi. Ne var ki, kitleleri baskı ve zulmün yanı sıra yalanlarla yönetenlerin tahammülü yoktur gerçeğin sesine ve farklı seslere. O yüzdendir yazarların, gazetecilerin susturulmak istenmesi; tutuklanıp hapsedilmesi. O yüzdendir; ezilen sömürülen baskı gören, bunlara karşı birleşip mücadele eden milyonlara ses olmak için yola çıkan Hayatın Sesi’nin OHAL yasalarıyla kapatılması. Tıpkı, gerçeğin sesini kitlelere ulaştırmaya çalışan İMC TV ve öteki muhalif kanallar gibi...
Ne var ki hayatın sesini, gerçeğin sesini susturmak olanaklı değildir. Karanlık gecenin içinde duyulan sıcak bir fısıltı, umudu taşıyan rüzgar, bir kuşun ötüşü, buğday başaklarının hışırtısı nasıl susturulamazsa, gerçeği haykıran insanın/insanların sesi de susturulamaz. Kitleler grev, direniş, hak arama eylemlerinde; demokrasi ve yaşamı savunma mücadelesinde yanlarında olup seslerini duyuran radyo, televizyon kanallarına sahip çıkıyorlar. Her geçen gün çoğalıyor sesleri Evrensel gazetesinin sayfalarında...
Gücü vardır beyni özgürleşmiş insan sesinin, gücü ve etkisi.
Şimdi sesler yükseliyor fabrikalardan, atölyelerden, okullardan, iş yerlerinden; yoksul semtlerdeki gecekondulardan, emekçi evlerinden; bombaların, tankların paramparça ettiği kentlerden; sanatını halkına adamış sanatçıların öykü, türkü ve şiirlerinden; “Hişt hişt! Hişt hişt! Hişt hişt!”
- ‘Ülkesi ağıdistan’ 10 Aralık 2016 00:52
- Haklar ve görevler... 03 Aralık 2016 00:34
- İstanbul’da bir güz masalı: Uluslararası kitap ve sanat fuarı 19 Kasım 2016 00:11
- Hayatın umutlu sesi 05 Kasım 2016 00:27
- 8 Mart yaklaşırken 05 Mart 2016 00:22
- Barış için adım atmak... 13 Şubat 2016 00:58
- Umudu diri tutanlar... 16 Ocak 2016 00:51
- Tek dileğim barış! 02 Ocak 2016 00:52
- 'Hani biz kardeştik?' 19 Aralık 2015 01:00
- Tek renk ya da ‘gökkuşağının tüm renkleri’ 05 Aralık 2015 00:51
- Canlı bomba olmaya övgü: Aleko adlı bir çocuk 21 Kasım 2015 00:51
- Üstün Akmen’in ardından... 07 Kasım 2015 00:51