Kaybedeni yazmak
Pınar Kür’ün ‘Sadık Bey’ini, Türkiye’nin çok ağır bir dönemden geçtiği ve benim de bir yandan o gündemleri takip etmeye çalışırken bir yandan da meslektaşlarım ile dayanışmak için haftanın çeşitli günlerini adliye koridorlarında geçirdiğim bir dönemde okudum.
Etkileyici bir romandı.
Okuyup kitabı bitirdikten sonra “Ne çok Sadık Bey var” diye düşünmeden edemedim. Sadık Bey sadece hayallerini, kendisini gerçekleştirememiş bir orta sınıf erkeğin trajedisi değildi, aynı zamanda kapitalist sistem içinde, günümüz dünyasında bireyin kendisini çok yakın sandığı dostlarının arasında bile nasıl bir anda yapayalnız kalabileceğinin hikayesiydi. Bir kolaj kahramandı ve aslında günümüz dünyası biraz da yalnızlıkları, çöküşleriyle Sadık Beylerin dünyasıydı.
Pınar Kür, Cumhuriyet gazetesinde kendisiyle Eray Ak tarafından yapılan söyleşide “Sadık Bey’i zihninizde doğuran ve yaşatan neydi? Hangi dertlerin peşinde düşme dürtüleriyle hareket ettiniz romanı yazarken?” sorusuna şu yanıtı vermiş: “Vahşi kapitalizmin ülkemizi işgal etmesi, insanımızı esir alması karşısında duyduğum ürküntü… Gücün tek kriter, paranın tek değer olduğu bir ortamda yaşamanın tedirginliği.... Tedirginlikten öte, ne yapacağını bilememe çaresizliği… Bir tür panik atakla birlikte doğdu kafamda Sadık Bey. Bu curcunada kazananın değil, kaybedenin öyküsünü yazmak istedim.” (‘Kaybedenin öyküsünü yazmak istedim’, Cumhuriyet, 23 Ekim 2016)
Kür, Evrensel’de yayımlanan Eylem Aydoğdu’nun kendisiyle yaptığı söyleşide de Sadık Bey’i ve edebiyatını anlatırken şöyle diyor: “Kazananı yazmaktansa kaybedeni irdelemek daha önemli benim için…” (Evrensel, 24 Ekim 2016)
Marx’ın 1844 El Yazmaları’nda, burjuva toplumunda paranın gücünü anlatırken söylediği şeyleri Sadık Bey’in kendi hayatında, dostlarıyla ilişkisinin zaman içinde geldiği boyutlarda çeşitli yönleriyle görürüz. Bazı yönleriyle Sadık Bey bizi Kafka’nın ‘Dönüşüm’ adlı öyküsünün kahramanı Samsa’ya da götürür.
Ama bir adım geriye çekilerek yazarın aslında yarattığı kahramanın yaşadığı trajedi üzerinden neyi anlatmak istediğini okumaya çalıştığınızda hem Dönüşüm’de hem de Sadık Bey’de dolaylı bir kapitalizm eleştirisi de görürsünüz.
Her ikisi de bunu bağıra bağıra yapmaz, usul usul yapar. Pınar Kür’ün, ‘Kaybedenin öyküsünü yazmak istedim’, ‘Kazananı yazmaktansa kaybedeni irdelemek daha önemli benim için…’ sözleri bu bakımdan insana ilham veren bir öz de taşıyor.
Bunu ezileni, baskı göreni yazmak biçiminde de genelleyebiliriz.
Bu, bizim gazeteciliğimizin de temelini oluşturur aslında.
Türkiye’de haberi, gazeteciliği kapitalizmin her gün yeniden inşasının bir unsuru olarak ele alan ‘ana akım medya’ yaklaşımına karşı, kapitalizmin ezdiği yığınların, sömürünün, baskının olmadığı bir dünya özlemine tercüman olmaya çalışan bir gazetecilik... OHAL’in kaldırılmasını, ülkenin ‘tek adam’ diktasına mahkum edilmemesini hayati önemde gören bir gazetecilik.
Bu bazen, ana akım medyayı eleştirenlerin dahi gerektiği düzeyde görmediği, gerektiği değeri vermediği bir gazetecilik olabilir... Ama geleceği, bugün kaybedenleri yazanlar yazacak!
Evrensel'i Takip Et