04 Kasım 2016 01:00

Cumhuriyet'e gelene kadar

Cumhuriyet'e gelene kadar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Atı alan Üsküdar’ı geçti.

Ülkede basın özgürlüğü zaten eser madde şekline indirgenmişti.

15 Temmuz darbe girişimiyle hesaplaşmak bahanesi ve OHAL pervasızlığıyla bir günde yüzlerce basın yayın kuruluşunun kapatılabildiği günlerden geçtik.

Sadece Temmuz ayında, OHAL gerekçesiyle 18 televizyon kanalı, 3 haber ajansı, 23 radyo, 45 gazete, 29 yayınevi ve 15 dergi kapatılmıştı. Bu yayın organlarına kilit vurulmasına neden olan kanun hükmünde kararnameye göre, kapatılan gazete ve dergilerle yayınevlerinin, dağıtım şirketlerinin, özel radyo ve televizyonların her türlü mal varlığı alacak ve haklarıyla birlikte devlet hazinesine devredilmişti.

Temmuz ayında kapatılan ve yayınları durdurulan bu yayın organlarının büyük çoğunluğu ‘darbeci cemaate’ ait kuruluşlar olduğundan olsa gerek, hiç kimse çıkıp da basın özgürlüğüne darbe vuruldu filan diyemedi. Korku dağları sarmıştı.

Bu kurumlarda çalışan 2000’in üzerinde basın emekçisi işsizliğe mahkum edilirken, 100’ün üzerinde gazeteci de cezaevine girmişti bile.
Her şey bu kadarla kalmadı. Ekim ayında RTÜK üyeleri beraberlerindeki polislerle İMC TV, Hayatın Sesi, TV10 ve Özgür Radyo’nun İstanbul’daki ofislerine giderek bu kanalları zorla kapattı. Bunu takip eden birkaç gün içinde RTÜK yetkilileri, bu kez de kısmen Kürtçe yayın yapan Özgür Gün TV, Azadi TV, Jiyan TV, Van TV. Denge TV haber kanallarıyla Kürtçe çocuk kanalı Zarok TV’ye yine polislerle birlikte giderek bu TV kanallarını da tamamen kapattı. İMC TV, 5 Ekim günü bir açıklama yaparak kurumun yayın ekipmanlarına ve kanala ait mülklere el konulduğunu ve mal varlıklarının TRT’ye devredileceğini duyurdu.

Ekim ayında kapatılan ve mal varlıklarına el konulan bu kanallar da solcu ve Kürdî kanallar olduklarından olsa gerek, bu hukuksuzluk kamuoyunda büyük bir infial yaratmadı. Ne de olsa düşünce ve ifade özgürlüğü engellenen kesim ulusalcı ve devletçi ‘çoğunluktan’ değildi. Varsın sesleri kısılsındı.

Ama her şey bununla kalmadı tabii. Geçenlerde yine Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu’nun hazırladığı BİA Medya Gözlem Raporu yayımlandı. Rapor temmuz, ağustos, eylül 2016 dönemini kapsıyor. Rapora göre, Türkiye iki yıl aradan sonra yeniden ‘Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi’ haline geldi, basın özgürlüğü ve şeffaflığa dair uluslararası göstergelerde en gerilerde yer aldı.

Raporda yer alan bazı başlıklar şöyle:
-15 Temmuz darbe girişimiyle ilan edilen olağanüstü hal ve yürürlüğe konan kanun hükmünde kararnameler, Cemaat ve Kürt medyasına yönelik yaygın gözaltı, tutuklama, kapatma gibi ölçüsüz ve hukuka aykırı uygulamalar doğurdu. AKP iktidarı, Türkiye içinden ve uluslararası düzeyde 'Demokrasi hedeflerinden uzaklaştığı ve devlet içinde ideolojik dönüşümünü hızlandırmak için OHAL’i araç olarak kullandığı' eleştirileri alıyor.
-107 gazeteci ve 10 dağıtımcı ekim 2016’ya cezaevinde girdi, 78 haberci gözaltına alındı, OHAL altında 775 basın kartı ve 49 pasaport iptal edildi. Hapisteki gazetecilerin 71’i Cemaat destekli yayınlarda, 29’u Kürt medyasında çalışıyor. Cezaevindeki dağıtımcıların tamamı Kürt. 15 Temmuz’dan sonra 155 medya organı kapatıldı, 775 basın kartı, 49 pasaport iptal edildi. 191 gazeteci, 1’i müebbet olmak üzere toplam 2 bin 152 yıl hapis talebiyle yargılanıyor.
-Bu üç aylık dönemde 22 gazeteci ‘cumhurbaşkanına veya Erdoğan’a hakaret’ suçlamasıyla işlem gördü; bunlardan ikisi TCK’nin 299. maddesinden 10 bin 500’er TL adli para cezasına mahkum edildi.
-Rapor, geçen yılın aynı dönemine göre tutuklanan gazeteci sayısının 24’ten 106’ya, gözaltıların 49’dan 78’e, işsiz medya çalışanı sayısının ise 45’ten 2 bin 500’e çıktığını gösteriyor.

Son olarak, kapatılan Özgür Gündem gazetesinde sembolik yayın danışmanlığı yaptıkları gerekçesiyle tutuksuz yargılanan gazeteci ve aydınlar bir yana, aynı nedenle aylardır hapiste tutulan Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın durumunu düşünün. Üzerlerine atılan suçun tek bir delili bile yokken, Anayasa’ya aykırı bir biçimde aylardır özgürlüklerinden mahrum ediliyorlar.

Şimdi bu tablo üzerinden Cumhuriyet gazetesine yapılan polis baskınını ve gazetenin gözaltına alınan yazarlarını yeniden düşünelim. Tehlike böylesine açık ve yakın ‘geliyorum’ derken, Türkiye’de egemenin yanlışlarını eleştiren hangi basın-yayın kuruluşu güvence altında olabilirdi? Bundan sonra hangi muhalif basın çalışanı, hangi alternatif bilgi kaynağı, hangi farklı görüş sahibi, nasıl güvence altında olabilir? Bugün Cumhuriyet’e gelen baskıcı devlet aygıtı yarın Hürriyet’e, ertesi gün CNNTürk’e ve pekala diğer gün de NTV’ye gelecektir. Çünkü iktidar artık gözünün üstünde kaşın var gerekçesiyle bile herhangi bir yayın organına baskın yaptırma, mallarına el koyma, çalışanlarını gözaltına alma, tutuklatma gücüne sahiptir. Bunun için hesap vereceği bir merci olmaması durumun vahametini daha da arttırmakta. Yazarıyla, çizeriyle, program sunucusuyla hegemonyaya biat ettikleri için şu anda güvenli alanlarda olduklarını sanan gazeteciler kendilerini güvende sanmasın. Bu gidişle onların da günü gelecektir.

Bu derece pervasız, hak hukuk tanımayan uygulamalara daha baştan tepki gösterilmemesi ve ‘Bize bir şey olmaz’ mantığıyla hareket edilmesi, iktidarın elini güçlendirdi, kötülükleri her zamankinden daha şeffaf hale getirdi. Ülkemizde demokrasinin yeşerememesinin bir nedeni de halkımızın ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ mantığıyla hareket etmesidir. Bu mantığın insan hakları ve demokratik özgürlükler söz konusu olduğunda ne derece kötü sonuçlar doğurduğu tüm baskıcı rejimlerde görülmüştür. Bu hafta Cumhuriyet gazetesiyle dayanışmak için toplaşan kalabalığı görünce bunları düşündüm. Keşke o kalabalık kendilerince ‘öteki’ olan medyanın başına gelen benzer felaketlere de benzer tepkiyi verebilmiş olsaydı. Çünkü kurtuluş yok, tek başına. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa