Avrupa'daki 'Trump tehlikesi'
Fotoğraf: Envato
Donald Trump’un açık farkla ABD başkanı seçilmesinin ardından dünya çapında yaşanan “şok” en çok Avrupa’yı etkilemiş görünüyor. Zira, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana siyasi, askeri ve ekonomik olarak sıkı bir ittifak içinde olan Atlantik’in iki yakası arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl ilerleyeceği en çok merak edilenler arasında.
Çünkü, Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in değişiyle, seçimleri “Ne zaman ne yapacağı belli olmayan, her an bir şeyler yapabilen birisi kazandı.” Özellikle de dış politikayı kimlerle nasıl yapacağı konusundaki belirsizlik bunu daha da güçlendiriyor.
Bütün plan ve yatırımlarını kendisinden emin şekilde Hillary Clinton’ın seçileceğine göre yapan AB ülkeleri, şimdi Trump’la nasıl bir ilişki sürdürülmesi gerektiğini tartışıyor.
Trump’un zaferinin kesinleşmesinden sonra kameraların karşısına geçen Almanya Başbakanı Angela Merkel, “ABD ile Almanya demokrasi, özgürlük, hukuka saygı ve köken, renk, din, cinsiyet, cinsel yönelimler ya da politik görüşlerden bağımsız olarak insan onuruna bağlıdır. Bu değerler temelinde sıkı iş birliğine devam edeceğiz” mesajını verdi.
Trump’un seçim kampanyası ve öncesinde yaptığı pek çok açıklamada, Merkel’in işaret ettiği değerlerin çoğuna bağlı olmadığı, tersine insanları ırk, köken, din, cinsiyet olarak ayırdığını ve aşağıladığını, ırkçılık yaptığını dünya alem biliyor.
Bu nedenle, Merkel’in saydığı kriterler asıl olarak iç kamuoyunu yatıştırmaya yönelik görülüyor. Trump’la kurulacak ilişkiye gelebilecek tepkileri yatıştırmaya niyeti ağırlıkta gibi görünüyor.
Buna rağmen, Merkel’in insanlığın temel değerlerine dikkat çekmesi ve Trump’u da bunlara saygılı olmaya çağırması, buna bağlı olarak ilişkilerin normal şekilde devam ettirmesinden yana olduklarını söylemesi önemli.
Ancak, ABD ve Almanya gibi dünyanın iki önemli kapitalist ülkesi arasındaki ilişkilerde belirleyici olanın Merkel’in sözünü ettiği değerlerden çok ticari çıkarlar olduğu açıktır. Alman otomobil tekelleri şimdiden önümüzdeki dönemde ABD pazarında kendileri için bir daralmanın olup olmayacağının derdine düşmüş.
ABD’yi bir şirket, kendisini de bu şirketin CEO’su olarak gören Trump da büyük bir olasılıkla Almanya ve diğer ülkeleriyle ilişkilerini asıl olarak “kâr-zarar” hesabı üzerinden sürdürecektir.
Hal böyle olunca, AB ile ABD arasındaki ilişkilerde önümüzdeki dönemde de çıkarlar temelinde devam edecek. Burada köklü değişikliklerin olmasını beklemek gerçekçi olmaz. Ancak, Trump’un ABD’nin çıkarlarını öncekilerden daha açık, pervasız ve radikal savunacağı göz önünde bulundurulduğunda, geçmişte olduğu gibi gelecekte de kimi zaman gerilimler yaşanabilir.
Ama AB için en büyük tehlike Trump’ın kazanmasından çok, onun temsil ettiği zihniyetin kıta genelinde güçlenmesidir. İlk günden yapılan açıklamalara bakarsak, rüzgarı arkasına alan aşırı sağcı-milliyetçi partiler, bulundukları ülkelerde daha fazla güç toplamak için Trump’u kendilerine malzeme haline getirecekler. Onun zaferini ilham kaynağı haline getirecekler ve geniş kitlelerin kendilerine oy vermelerini isteyecekler.
Bu nedenle AB için “Trump tehlikesi”, ABD ile ilişkilerden çok, AB içinde yükselecek sağ-milliyetçi hareketlerdedir.
Ve bu hareketlerin güç kazanması aynı zamanda AB’nin daha ulus-devlet sınırları içerisine çekilmesi, sınır kontrollerinin başlaması, her alanda ırkçılık ve milliyetçiliğin güç kazanması anlamına geliyor.
ABD’de olduğu gibi Avrupa’da da ırkçı-milliyetçi hareketlerin güç kazanması, özellikle de yoksul emekçilerden, işçilerden oy almalarının baş sorumlusu elbette yıllardan beri neoliberal politikaların altına imza atarak uygulayan sözde sosyal demokrat partilerdir.
Emekçi kitleler içinde hızla güç kaybeden bu partilerin daha solunda, yeni sol sosyal demokrat, devrimci-ilerici parti ve akımlar güç kazanmadığı sürece ırkçılar güç kazanmaya devam edecektir.
Ve günümüz dünyasında sermaye ve onun basını, ABD’de Bernie Sanders’a yapıldığı gibi, sol sosyal demokratların, devrimci partilerin güç kazanmasından ziyade işi Trump gibi ırkçılarla götürmeyi tercih ediyorlar.
Çünkü, Trumplar sermayenin gasbettiği sosyal ve demokratik hak ve özgürlükleri geri getirme derdinde değil. Tersine imkan buldukça var olanları da yok etmenin derdinde.
Bu nedenle Trump’un başkanlık seçimlerini kazanması, dünya genelinde güçlü bir emekçi hareketi ihtiyacını bir kez daha açık olarak gösteriyor.
Aksi takdirde dünyayı gerçekten daha kötü bir gelecek bekliyor.
- Almanya seçimlerine doğru: Muhafazakarlar aşırı sağcılaşıyor 31 Ocak 2025 04:47
- Avrupa Trump’a karşı durabilecek mi? 24 Ocak 2025 04:15
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12